-terminolojide bir küçük düzeltmeyle doğru; allah'a inanmak, islam öğretisinin orijinali itibariyle bütün tanrıları reddetmek ve baya anarşist olmak demektir. çünkü islamda tarif edildiği şeklilde, tekrar edeyim var olan geleneksel islamı kast etmiyorum, islamın kök öğretisi olan kur'an'daki ana algoritmaya baktığınızda allah'ın ne olduğu hiç belli değildir. doğmamıştır, doğrulmamıştır, şu değildir, bu değildir, sürekli değildir değildir diye anlatır. ve dolayısıyla allah'ı bulmak isteyene sırayla neleri reddetmesi gerektiğini anlatır; yani otoriteyi reddedecek, malı mülkü reddedecek, gelecek korkusunu reddedecek, kendisini köle edebilecek her şeyi reddettiği zaman allah'ı bulabilecek diye bir öğretiyle büyüdüm ben. bana bunu öğrettiler. şimdi bakıyorum, yıllar sonra ben bu işleri bırakalı çok olmuştu artık, bu hikayeler beni sarmıyor dedim. fakat insanın nöropsikolojik gelişimi, evrimsel donanımı, bunlara baktığınızda bir tuhaflık var. hala dünyada, yirmibirinci yüzyılın dörtte biri geçmiş, insanlar inanç için birbirlerini boğazlıyorlar. hala inançlar bu kadar baskın. soruyorsunuz niye yani? bu kadar mal mülk var, bu kadar bilim var, değil mi? aydınlanmışız. niye biz hala arkaik inançlar için birbirimizi öldürüyoruz? zihnimizin bir çekirdek bölümünün böyle bir ihtyiacı var, diyor ki; ben bütün bunların sebebini bilmek zorundayım. ve bütün kadim anlatılarda, sadece islamda değil, bu ana sebebi bulmak için insanlar her şeye sarılmışlar. taştan put da yapmışlar, yıldıza da tapmışlar, işte ne bileyim zeuslar meuslar yaratmışlar, bir şeyler yapmışlar. sebep arıyor insan zihni. ve bence bu kadim uyarı, ister bunun tanrısal olduğuna inanın ister inanmayın hiç fark etmez, ben kadim uyarıların hepsini önemserim, insan psikolojisine dair çok özel bir şey söylüyor, diyor ki; bütün zannettiğin tanrılar senin yaratımındır, onları reddet ki rahatlıyasın. dolayısıyla aslında temelde anlamamız gereken şey, özgür olması için bir insanın, o hayvan tarafından gelen tapınma ihtiyacını anlama ihtiyacıyla değiştirmesi lazım. o yüzden bugün bilim müthiş bir aracımız bizim. bilimle birlikte yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz ama ona anlam verecek olan bilim değil, insan. bilim bize olayları anlatıyor, biz anlam vereceğiz.
-ama az evvel kurduğunuz kadim öğretide tanrıya inanınca her şeyi, bütün otoriteyi reddederseniz o zaman tanrıya inanınca o kadim öğretiye göre bilimi de reddediyorsunuz.
-hayır. bilim bir otorite değil. bilim bir araç. mutfak robotu gibi. sizin doğaya soru sorma yöntemlerinizin bir manzumesi. bilimi kullandığınızda mesela bana soruyorlar işte, sinan canan allah'la konuşsa ne sorardı? ben her gün konuşuyorum. yani bilim yapıyorum çünkü, laboratuvarda doğru soruyu sorarsan sana cevabı çatır çatır anlatıyor. ama tutup da bilimsel bilgiyi, zenginliği ya da gücü cuma namazında ya da kilisede allah'tan isterseniz bu çok rasyonel bir durum değil yani. işte yağmur yağdırmak için yağmur duasına çıkmak bir gelenek olabilir, eyvallah. ama bunun bilimsel bir tarafı var. ağaçlarınızı keserseniz bir süre sonra yağmursuz kalacağınızı bilmeniz gerekiyor. çalışmanız gerekiyor. yani, akli tarafı çok küçümseyen bir geleneğin içerisinde bunları anlatmak kolay değil ama tekrar terminolojiye vurgu yapayım; tanrıların tamamını reddetmeden gerçek bir inanan olamayacağımızı düşünüyorum. en azından benim politikam böyle, kimseye dayatamam bu arada. herkes istediği tanrıya inanır. ama psikolojide carl gustav jung'un çok güzel bir tarifi var; herkesin tanrısı kendisinin abartılmış bir versiyonudur, diye. muhteşem bir şey. ben kendi tanrımda bunu fark ettikten sonra kendisini emekli ettim. dolayısıyla bu kadar küçük olamaz yani bu evrenin sebebi benim kafama sığacak kadar. dolayısıyla şu anda ben sürekli reddetmekle uğraşıyorum yani, kendimi bir şeye tapınırken, bir şeyden korkarken, çekinirken yakalarsam azıcık dövüyorum kendimi, oradan bir kurtulmaya çalışıyoruz.