Kasım 30, 2010

terapik dialoglar #8

- evet sayın seyirciler, bu akşamki büyük maçta; james bond, covalent bond'a karşı dövüşüyor!
-wuuhhaaa(hep bir ağızdan).

biomateryalizm




tam da şuan hayatımda biomateryaller dışında hiç bir şeyin değişimini önemsemiyorum, resmen biomateryalist oldum!

Kasım 29, 2010

terapik dialoglar #7




-lan o kim? noluyo ?
-korkma abi benim, ruhun.
-lan.. lan sen yoksa yine mi mekanlara gittin? nerdesin sen? kaç defa diyicem olum sana ben daha ya yapma diye.
-abi bi dinlemiyosun ki bee abi bi dinlemiyosun ki hiç beni.hep kendin konuşuyosun...
-tamam hadi gir içeri sinirlerimi zıplatma. yürü.

.
.
.

-yalnız ortam fenaydı ha.
-harbimi lan?
-fena, sorma. sen naaptın?
-hiiç. aynı öyle işte.
-bi defa da değişsin zaten dişimi kırıcam.
-ne biçim bi ruh oldun olum sen böyle ya. ah bee.
-niye lan ne var yine?
-yok bişey tamam hadi başlama yine. geç oldu uyuyicam.

terapik dialoglar #6



-anladın?
-ı-hı..

terapik dialoglar #5

terapik dialoglar #4

terapik dialoglar #3

-dinleyin. şşş. "yarın başımın belası termodinakmik dersim var sabahtan, ve kitap şuan laptopun altında". bu neyin göstergesidir?
a) zaman geçtikçe tükenmiyor acılar
b)her gölge kendisi kadar cennetin altındadır
c)altından değerli olan şey bilincimizdir
d)takıntılar yaşandıkça çoğalır,yalnızlaşır

- be!
-yok lan de olcak
-bence de de.
-neyi diyim olum?
-yok o manada değil be olum,cevap de. şık
-hee tamam.


.
.
.
-olm be ya bence!

Kasım 28, 2010

corner ~183~




bişey anlatıcam sana.

nerden baksan bi yirmi yirmibeş metrekare bi dükkan düşün. bi o kadar da arkası desek, eder elli fakat tek başına olunduğundan pek arka tarafta vakit geçirilemiyor, yani tüm olay çoğunlukla on metrekare en fazla da otuz kırk metrekarade oluyor. sahne gibi düşün. ama ben buna yaşam diyorum çünkü o babam. nam-ı diğer alibaba. mesleği icra etmek zor olunca bir çok öge var tabii anlatılabilecek o anlarla, o durumlarla alakalı. neticede çeyrek yüzyıllık bir hayat harcanmış bu uğurda. ya da hayat çeyrek yüzyılını harcamış babamın. hesabı herkes kendince yapabilir. ali baba naiftir çünkü. o ve dükkan için şöyle köşe bi yerde olması zannımca bir çok şeyi değiştirebilirdi. bu durum için çok da uzakta değiliz ama şartlar değişik. şu an ki yerinin bir yanı giyim mağazası mesela, ve köşede, sonra biz sonra bizim diğer yanımızda da bi banka var. neyse. yıllardır bana sorulan bir soru da var, baba mesleği? ve hep serbest cevabı mevcut benim doldurmam gereken kısımlarda. köşe'nin anlam bulduğu bir mesleği yapıyor benim babam diye de yazamıyorum tabi hiç bi yere. hem serbest değil ki babam, tam tersi oraya bağlı. ama seviyor. daha doğrusu yaptığı işe saygı duyuyor, küçümsemiyor mesela asla; prensiplerini, sanki meslek bilincini diri tutmayı kendisiymiş gibi sahiplendiğinden dolayı fena düzeyde yaşatan birisi. dahası yalnız bir insan. herkesin olduğundan biraz daha fazla ama bu. fakat neticede herkes yalnızdır.
yalnız şu da var, son gittiğimde köşe içinde köşelik bi durum oldu ve bu beni düşündürmekte epey. hani telefonun yanında kağıtlar olur, üzerini karalarsın falan, dükkanda o işi gören kağıdın köşesinde benim telefonum yazıyodu, alibaba not almış. kolayca bulabilsin diye köşeye oturtmuş beni. e ne de olsa oğluyum di mi. yalnızım da. benziyoruz baba.

yalnız bu anlattıklarım yalnızlıkla alakalı değil. büyüyorum giderek ve yeni durumlarda buluyorum kendimi. çoğu zorluyo da. tahmin ettiğimden apayrı bir yerde olduğumdan gelecek tahmini de yapmıyorum artık. köşelik bi durum. bunlar hep oluyo ama görülmeyecek gibi de olmuyo ki bazen görünce anlıyo insan zınk diye. anlıyosun. düşünüyosun. işte bunlar zamanın geçtiğine şahitlik ediyolar. beni delirtiyorlar. susmuyolar hiç. neyse..sen bişey diyodun?

yirmisekiz aralık 1936




"Düşünmekten başka yapacak hiçbir şeyi olmadığı bir hapishane hücresinden bile gerçek olanı görebilir insan. Buradaki arkadaşları sadece toplumun posalarıdır. Yapacağı iş de bir duvara bakmak,bir ses duymak, havayı solumak olacaktır. Herhangi bir inan (her insan kendisini böyle bir yerde bulabileceğine ve başka biri de olsa burada her zaman bir insan olacağına göre), hayatın temeline inip onu gerçek bir içtenlikle inceleyebilir. Yaşamak bu sonsuz gerçekliğe sadece çeşitli süsler eklemekten başka bir şey değildir.

Böylece yaptığı her şeyin vakit geçirmeye yarayan bir eğlence olduğunu anlar insan. Bu yüzden, içerdeki adam, eğer çıkarsa, dünyadan elini eteğini çekerek yaşamaya, en hoşuna giden oyalayıcı bir uğraşla bundan en çok tat alabileceği bir biçimde vakit geçirmeye karar verir, bütün mahpusların verdikleri karardır bu.

Bundan şu anlaşılıyor: gerçeklik insanın şu ya da bu şekilde içinde bir bitki gibi yaşadığı ve yaşayacağı bir zindandır. Bunun dışındaki her şey - düşünce, eylem - sadece düşünsel ya da fiziksel bir oyalanmadır.Öyleyse önemli olan, bu gerçeklikle yüz yüze gelebilmektir. Bundan ötesi önemsizdir. Bir zamanlar olduğun gibi yalnızsan, yüksek sesle düşünerek oyalanmanın keyfini bile süremezsin, sadece bir ağaç gibi yaşamanın dışında bir şey yapamazsın. (Bir daha söylüyorum) dram burada işte: yüksek sesle düşünmekten kaçın; hayata bir oyalanma gözüyle bakmaktan vazgeç, bunun ötesindeki her şeyin acısını çek sessizce; ve gerçekliğe karşı öfkelenerek yücel. Herkesten kopup ayrılmak her insanın elinde olan bir şeydir."

C.Pavese

hmm

terapik dialoglar #2

-abi dur daha gece uzun:) belli mi olur şansın var haala
-dooru diyosun..

saatler sonra.....

-abi dur daha gece uzun :) :/
-lan?!

Kasım 27, 2010

arada olur öyle #1




hafif sisli bir hava var. rüzgar da kendini hissettiriyor baya baya, aylardan kasım tabii soğuk. ama nasıl güzel bir histir bu; her tarafın istanbul dolu. vapurdayım, kabataş'tan üsküdar'a gidiyorum, yüklüyüm, yorgunum. kendikendime erol taş'ın ses tonuyla sordum; biraz efendilik edelim mi, gerçi kaftanımız yok sultan değiliz ama olsun istanbul her şehrin anasıdır, duyar bizi de, diye. geçtim teknenin üst katında gidilebilecek en uç yerine. istanbul benim.. sağ tarafımda kız kulesi, daha gerimde topkapı, gülhane ve galata civarları, hemen solumda da boğaziçi köprüsü ve beşiktaş, ortaköy camii civarları. karşım üsküdar, ve sis var. böyle bir his, tarifsiz beliriyor içinde. çok zor tarifi. hele bir de istanbul'u özlemişseniz, o her mevsim güzel gelir kişiye. arada oluyor öyle.

Kasım 26, 2010

terapik dialoglar #1

-bana ders aldığın herhangi bi sınıfı söyle sana kim olduğunu söyliyeyim?
-peki...hmm...çılgınlar. çok tehlikeliler öncelikle. neden? çünkü hırsları uğruna kendini bu kadar görmezden gelebilen biri dünyada herşeyi yapabilir. biri eline bir ip almış ordan oraya süzülürken, bunlar da peşinde dönen kediler, sisteme sadakat o biçim. hem gruplaşma eşey bölünmeden bile daha hızlı. sonra da bir araya toparlanan yağ damlacıkları gibi üste çıkmak, kendini üstte sanmanın verdiği o gülünesi gururu göstermek ise marifet derecesinde. daha fazla anlatamiycam..ben izlemeyi yeğliyorum.
-direk kaçış hacı.
-aynen

:/

gece gece.

._.



Kasım 24, 2010

saate aldırmayan adam

neyin kafasındasın jimi? çık o tripten, saat geç oldu. git uyu.

yirmidört kasım

öğretmenler günü. ne güzel.
başka bir meslek için özel bir gün olmayışı öğretmenler gününün diğer günlerden daha zengin, burnu onlardan havada,ya da mafya olduğunu veya kayrıldığını göstermiyor. hani özel bi gün olma şansını bulması da zaten güzelliğinden ve özelliğinden geliyor, lekelemiyor, yakışıyor. ne güzel.

Kasım 21, 2010

hava kararmadan önceki anlar.




yurttan fena halde sıkılmışım. kafamı arka camdan bir dakikalığına çıkardığımda bunu anladım. daha doğrusu hatırladım. arkada iki tekeri ve büyükcene sepeti olan bir bisiklet düşünün, hı işte onu bi teyze sürüyodu, derken arkasında bir sarı kedi belirdi, kuyruğu dik ve koşan bir kedi. onun arkasından da bizim herzamanki kahverengi köpek. ama teyzenin ondan haberi yok, bense bütün bu tabloyu karşıdan izleyen kişiyim. bir de şu var; içeriye sığmayıp dışarı baktığında görebileceğin tüm görüntüde sadece eğitim temalarını görmek. onca yıl nasıl dayandım bilmiyorum yurda,aslında beni bana sıkıştıran bu neden varken.ev iyidir.

Kasım 09, 2010

koku

geçen gün kütüphanedeyim, okulun kütüphanesi, iş icabı. ablam aradı konuşuyoruz, bir ileri bir geri yürü, o günden, sağdan soldan muhabbet derken bi anda sustum. ablam anlamadı tabi, noldu dedi, bişey yok dedim. halbuki vardı. o dakikadan sonra ne konuştum telefonda hatırlamıyorum. gördüğüm görüntü beni yıllar öncesine götürüp zınk diye yine o yaşadığım ana getiren birşey, iki saniyede. yutkundum. envanter dolabıyla camın arasında bir serçe, ölmüş, bayadır da ordaymış, tüylerden vs anlaşılıyodu, yani içimde öyle bi his oluştu. nasıl girdi, ne yaptı bilmiyorum ama çıkmak için çaba harcamış, belli. yutkundum. ne yapmalı? orta bahçenin anahtarını aldım dolaptan, bi tane de tornavida bulabildim en uygun toprağı kazabilmek için, küçük bi çukur kazdım, geri gelip dolabı kenara çekip aldım kuşu bi kağıdın üstüne. o an bi koku. yutkundum. gözlerine baktım kuşun, yoklar. yine gittim geldim yedi yıl önceye. tuttum kendimi. ölüm bi yerden, kokusu diğer taraftan sarıldı beynime, tuttum kendimi. bahçeye götürüp usulca koydum el yordamı mezarına. gecikmiş bi eylemdi benimkisi belki ama yapacak bişey yok. dua da bilmem, çalışan diğer arkadaşa dedim, bi dua oku, ne okuyim dedi, ne olacak, fatiha. anlamadı beni, nasıl yani dedi. nasılı varmı işte napıcaksın oku dedim, şaka yapıyorum zannetti gülmeye başladı, gülme dedim, oku hadi. baktım hala gülüyor, içinden oku dedim,okudu, ben sustum.kapattım üstünü. kusura bakma dedim, elimden bu kadar geldi, duyduğunu düşünerek.

peki neden beni alıp geri getirdi ki o ilk gördüğüm an. nedeni belli, ölüm denince her defasında olduğu gibi yine aynı yere, aynı zamana döndüm.

lisedeyim. kızıl saçlı bi kız var benden üst dönemden. hafif dalgalı saçları, uzun omuzlardan aşağı doğru. nasıl güzel.adı gibi, serap. bir ay sonra bitecek okulu. aşığım. yani aşk öyle bişey olsa gerek. heyecanlanıyorum onu görünce. duramıyorum. değişik bir his, ilk defa öyleyim. bana bakışı, gülüşü hala aklımda. defterinden ufak bi kağıt koparıp numarasını yazmıştı koridorun açık sarı pis duvarında. hala duruyo o ufak kağıt, kırmızı pilot kalemle yazılı onbir tane rakam. o zaman o kadar çok şey ifade ediyodu ki o rakamlar,bilirsiniz, şimdi ise acı. neyse, zamanı geldi bitti okul. bitmesin istiyorum, hergün geleyim okula, sorayım geldi mi diye, ya da sabahları sıradayken parmak uçlarımın üstüne kalkıp görmeye çalışayım onu üst sınıfların sırasından.. bitti okul tabiki, yaz oldu. ben çalışıyorum annemin çalıştığı işyerinde, önümde bi pota, içinde kalaydı sanırım, bi metal. kablo ucu lehimliyorum günde bilmem kaç bin tane. arada mesajı geliyo, uçuyorum sevinçten, elim ayağıma karışıyo, yaşar ustanın, demir abinin, deli şenolun hiç bişeyden haberi yok. o da sevinçli, yurt dışından ablası ve hiç görmediği iki yeğeni gelicekler bir hafta içinde. ben ondan mutluyum ama, haberi yok. keşke olsaydı. aynı hafta içinde yeğenleriyle oynadığı oyunlar, ablasıyla hasret gidermeler bi kaç şey daha var bilebildiğim, bi de çok samimi olduğu bi kız arkadaşı vardı aynı sınıftan, melda, şilede yazlıkları olan kız. melda da mutlu çünki serap ve bir kaç arkadaşı daha yazlığa gidicekler kafa dağıtmaya, eğlenmeye. serapın babasını ikna etmişler falan. gayet güzel sevinçliler, içlerinden bi tek serap biliyo ama beni, sanayi sitesini, sürekli açık yangın merdiveninin dibindeki bilmemkaçyüz derecelik lehim potasını, sabah sekiz akşam altı iş ve her öğlen at yarışı oynamaya giden mustafa abileri, para biriktirebilmek için evinden kilometrelerce yürüyerek işe gelen şenol-birol kardeşleri. belki de onu sevdiğimi. ertesi hafta yaşar usta da diğerleri gibi farkedemedi yüzümdeki gerginliği, hatta annem bile. ama kaç gün olmuştu seraptan ses yok, telefonu kapalı hep. yoksa. yok canım başka bişey vardır, telefonunu kapamış yıllar sonra ilk kez gördüğü ablasıyla yeğenleriyle zaman geçiriyodur. di mi. keşke. bi arkadaş aradı sonra beni, serap boğulmuş abi şile'de dedi. kapadı. yutkundum. kablolar elimden düştü. deli şenol bana baktı, bi gözü bazen takılır ayrı bi yöne bakardı diğerinden, kafasını eğip devam etti sonra kablo lehimlemeye. içimdeki şey önümde duran bilmemkaç derecelik lehim potasından daha sıcak, kaynardan öte, yangın merdiveni artık sıcaklamalarıma çare olamayacak kadar aciz , gereksiz, yaşar usta telaşlı iş yetişmiyecek diye, patron murat abi gergin, yerler pis. içim kırgın. gidemedim cenazesine..dayanamazdım.. hala daha kızgınım ama kime neye bilmiyorum. sanırım hayata çünkü zamansız ve pis bi şekilde aldı ilk sevgimi, kırdı..
birisi aşk dediğinde ve ölümü kokladığımda ilk serap gelir aklıma o yüzden, son gününde gelemedim ama kusura bakma elimden bu kadarı geldi derim, duyduğunu düşünerek.

Kasım 07, 2010

ayrılık

bir günü daha bitiriyorum. geriye kalan üç adet boş cam şişe, binlerce düşünce ve yalnızlık.

gördüklerim.

hangi boş duvara veyahut yalnız ağaca baksam kendimi görüyorum. duruyorum. bişeyler sorayım bari içi rahatlasın diyerekten mevzuya ufaktan gireyim istiyorum ama kendi kendimin yüzüne bakmıyorum, o yüzden sormaya cesaret edemiyorum. ikisini de ben mi yapıyorum, ben ikisi de değil miyim, biri bensem diğeri kim diyorum, ve susuyorum. napim.

anladım evet...

otostop öğrencinin kaderidir. tabii ki bulunduğu yer ve ortama göre değişir yani her gün otostop çeken de vardır, hayatında hiç otostop çekmemiş de. ama öyledir.
geçen eve dönüyorum, otostop. durdu. neyse. hiç hoşlanmadığım bir insan tipi, yani konuşurken benim söylediklerime anlıyorum, hıhı diyen insanlara karşı inanılmaz bi antipati oluşuyo o an bende. böyle kapıyı bi anda açıp atlayayım istiyorum o arabadan. ulan evet de, tabii yahu öyle de bişey de, ama o ses tonuyla anlıyorum deme. ya da diyeceksen o poz haliyle, o egoyla deme, sade, kendin gibi de arkadaş. bindiğine de pişman etme adamı, onbeş dakikalık yolu zehir etme bana. sevmiyorum çünkü bindikten sonra ağzını açmayıp inerken ben ineyim burda demeyi. konuşalım, zaman da yol da geçsin. di mi ama. anlıyosun di mi?
ben burda ineyim.

Kasım 04, 2010

hocam oldu mu şimdi..


temizlik yaptım bugün biraz, birazdan kastım aslında bayaa bildiğin baştan sona temizledim evi,neyse, en son lavabo aynasına geldi sıra, gazete kağıdıyla sildin miydi cam ayna ışıl ışıl hepimiz biliyoruz bunu, her zamanki gibi sehpanın alt gözündeki (iki gözlü sepha mı olur demeyin, hatta buna göz demek ne kadar doğru bilemedim şimdi ama bizimkinin alt tarafında bi sehpa daha var diyelim, bulamadım doğru kelimeyi) gazetelere gitti elim, o da ne, tam sayfa bi reklam, "anneler, anneanneler, dedeler..." diye başlıyo, neymiş, çocuğumuzun yeteneğini keşfedicekmişiz bu kitapla (emeğe saygım var şimdi o konu ayrı, bişe demiyorum) ama hani babalar? bir erkek olarak alındım doğrusu, yani yarın öbür gün baba olsam kendi öz çocuğumun yeteneğini keşfedemeyecek miyim? soruyorum burdan..
hocaya kızdım gibi oldu şimdi biliyorum ama kızacak kimseyi bulamayışımdan bu, yani reklamı hazırlayanı bilsem eyvallah da, muhattap alınacak bi kendisi var napim. tabi bu eksiklik bir çok soru da getiriyo insanın aklına; acaba babalarına kızgınlar mı ki sayın hocam ve reklamı hazırlayanlar, ondan mı "babalar" kelimesini koymadılar, ya da oraya şimdi koskoca "babalar" sözcüğü koyacaz ama cıkk olmadı kesin bi kaç hınzır başka yere çeker bu lafı, eğlenirler bizimle mi dediler de son anda çıkardılar o kelimeyi, ya da ne bileyim sığmayacak gibi de değil ki, tam sayfa reklam, yer kazanalım desinler, maddi olsa sıkıntı,bi kelime kaç para olabilir ki, hocam bir kelime çıkacak hangisi olsun? babaları çıkaralım en iyisi mi dediler artık bilemiyorum. neyse, alındım he. canım sıkıldı.

Kasım 01, 2010

dil sürçmesi

geçen zeki müren takıldı dilime, dilim sürçtü fena enteresan bi cümle çıktı ortaya; üşüdüm sırtımı öpsene anne!

sitem ; bel

yıllardır bel ağrımdan şikayetçiyim evet. geçtiğim cumartesi de yine belim yüzümden az kalsın nezareti görüyoduk, ucuz yırttık. bi hareketime bakardı halbuki. konakta yürüyorum, biri omzuma dokundu, kulakluk falan var pek bakmıyorum zaten sağıma soluma, yolumdayım. döndüm baktım, yavaştan açılan bi cüzdan ve değişik bi kimlik, polis. sivil tabi. belindeki ne dedi? valla ağrıyo yine bu aralar dicektim ama hiiç, ne ki? demekle yetindim. kenara çekildik usulca, yokladı falan. bişe yok tabi, iyi günler size de iyi günler, dağıldık. allam. en sevmediğim şeydir bu yoklamalar. yıllar önce bi firmada çalışıyorum, mağaza mağaza gezer sipariş alırdım falan, bigün tam çıkıcam bi mağazadan diğerine yetişmem gerek, pat diye mağaza müdürü çevirdi, üstünü ariycam dedi, e araa dedim ne diyim ki şimdi. ööyle mağazanın ortasnda baktı falan. hoş değil bunlar. neticede benim de bi haysiyetim var di mi?! milyontane yer var mağazada müsterilerin bilmediği, çağır ya da odana, geleyim ne diyosan de. umrumda değil aslında toplum içinde pek de etkilemez beni yani kızarıp bozarmam, ama hoşlanmıyorum işte arkadaş. yapmayın, nolur.

sitem ; cell

enteresan bi başlık oldu tabi. uyumadım hiç, nedeni de birkaç saat sonra yapacağım stem cells sunumu ve raporu. türkçe enteresan bi dil işte. nereye çekersen. hoş oldu ama, ya da farketmiyo zaten saat sabahın altısı. di mi ?