Ocak 30, 2011

her yerde bir kırmızı var. #7

oyun başlasın.

-gökyüzü?
-pamuğumun kokusu. perde?
-eiffel manzarası. deniz?
-gözyaşı. gri?
-yağmur. koku?
-ilik. kan?
-kırmızı. vefa?
-hiçlik. toprak?
-kadın. tutku?
-sarı. vişne?
-çocukluğum.

her yerde bir kırmızı var. #6

-artık bir sorumluluğun var. bununla yaşıyabilirim, yapmamı istediklerini de sen gelene kadar yerine getirebilirim diyosan, bi renk seç; kızmızı? mavi?
-mavi
-olmadı. kırmızı olcaktı.
-niye?
-çünkü heryerde bir kırmızı var. görememişsin daha.
-her yer?
-evet heryer.

arada olur öyle #13

"ellerin kanasın dedi sabri usta. dedi ama kanayan bir cümle kurduğunun farkında değil. gidicem ulan. gidicem. sırf aşkın aylaklığa zaferi tarihe geçsin diye gidicem.sırf bu yüzden gidicem."

der, sigarasından bir nefes alıp, dışarı bakarken pencere önündeki bu masada kendini artık daha fazla bulduğunun farkına varır yusuf. ve yazdıklarına doğru çevirir kafasını. balat'ta sabah olmak üzere.

her yerde bir kırmızı var. #5

böyle anlamazsın da beklemediğin bi anda kıymık batar eline halbuki tuttuğun şey pürüzsüz görünse de. öyle bi anda batanları içimden çıkarırken hep güneşi doğurur vaziyette buluyorum kendimi.
aynı yeşil koltuk, aynı cam önü, aynı görüntü, aynı ağaç, biraz daha kan ama yerler.

herkes istediği gibi uyansın bugün, ben uyuyorum sanırım.

Ocak 24, 2011

arada olur öyle #12

üzerimde yine babamın pijaması, onun kadar olmasa da birsürü düşünceyle kapıyorum bu güne gözlerimi. arada benden nasıl baba olur diye düşünüyorum bu arada. iyi olur gibime geliyo.. gece gece nereden geldiyse aklıma neyse.
belki yarın yeni bi gün olur. heyecanlıyım, merak ediyorum. hadi bakalım.

her yerde bir kırmızı var. #4





bu kez kırmızı benim.

okul bitti.

sınavlar. grup projeleri. saçmasapan onca iş vs vs. sıkıntı hepten.
ama nasıl geçti anlamadım onca ay. onca zaman. onca sıkıntılı gün. uykusuzluk, stres, belirsizlik. kafamı kurcalayan onca şey. onca düşünce demek ki bu kadar zamandır dönüp duruyor beynimde. nasıl dayandım?

~buradaki ben yalnızım.~

okulun son günü beşe kadar rapor yazmanın verdiği o müthiş his. neyse bitti, deyişim.
herkes bir yerlerde tabii ki, alsancak başta olmak üzere; orası, burası, kim kendini nereye attıysa. ben tüm bunları kaldıracak güçte olmadığım için yine evime, her zamanki odama attım kendimi.
düşündüm, düşündüm, düşündüm.
yeter dedim. bunaldım.
akşamın saat kaçı demeden çıktım gittim şehre. üçkuyularda bi ev.
aklımda biriyle gitmiştim. orada. neyse muhabbet vs, bu kadar güzel olabilir bir yer varlığınla. göstermesen de onlara varlığını, hep dışarı da kalsan önemsenmesen de sen olunca güzel o ev.

neyse.
kahve içtik bağcan'ın elinden, kutay falıma baktı, ve vurdu yine gerçekleri yüzüme, bir bir. iyi de yaptı. diyesim var ama tabi bunlar git ve eksiklerini tamamla öyle gel dedirtti bana. hissettirdi, istemesem de. bunlara rağmen güzelden öte, düşünemeyeceğim bir gece bile olabilirdi, bir süre önce herkes bir yerdeyken onlardan ayrı olup yanımda oturan, gördüğüm, duyduğum o'nu.
ama belki de bir sürü şeyi geride bırakıp gece döndüm odama, n'apayım? gitme dendi de sanki o film daha rahat izlenir gibime geldi ben olmazsam, daha rahat senin açından, ama olmamışsa da, olsun. benim cephede de pek değişik değil zaten durumlar. olmayınca olmuyor.

~buradaki sen ayrısın.~

döndüm eve.
rembetiko.
ben yorgos.
marika hanginiz?

sabah dokuz oldu gözümde uyku yok..
hadi yeni bir gün, onun heyecanı. misafirim var. gelecek bugün.
öğlene doğru biraz uyku, sonra kalk ev toparlaması, kahvaltı, bir göz telefonda ne zaman gelecek acaba merakı, sonra sobayı yakmakla uğraş vs.
ve artık hiçbir şey yapılamayacak bir zamanda bir haber; "ben gelemiyorum". nokta.

~buradaki sen yalnızsın.~

hani bu yeni bir gün olacaktı? peh..
duramadım tabii yine evde. aslında kıpırdayacak gücü olmayan kendime yalandan bi bahane buldum hemen; uzun zamandır yürümemiştim gelinkaya'ya doğru, küçük bir iskele turu attım hemen.
oturdum deniz kenarına. sarı wosvosu olan tanımadığım gizemli kızın sitesinin yakınlarına.
oturdum. bir kırmızı tuborg. bir ben. bir bank. bir deniz.

konuştuk bayaa. herkesi düşündüm, herşeyi. yine kuramadığım daha doğrusu söyleyemeyeceğim binlerce cümle kurdum kendimce.
üç defa yıldırım çarptı bu arada.
sonra bir baktım dolmuştayım. nereye gidiyorum biliyorum tamam da niye gidiyorum? biliyorum. bu kez ama olabilecek en sağlam uyuşturucudan daha çok insanın içine sinebilen o parçanın, thodoros'un sayesinde belki de ilk kez kendim için birşeyler yapıyorum. ya da yapmalıyım. bunu biliyorum. biliyordum.
tamam içten içe biliyorum ama hakkaten bu giden ben miyim? inanamıyorum bir yandan da. nası yapabildim?, ya da neden bir an dolmuşu durdurup inemedim?, şaşıyorum. demek ki bu kez cidden doldu bardağım, hem de kendi kendime doldurdum.

~buradaki sen ayrısın.~

dayanamıyorum.
iniyorum dolmuştan. müzik susup kapı açılıyor. kendince bir kalabalık. iyi insanlar.
sense arınma terapilerindesin hala. vücudun rahat ama beynin dolu. yanlış yeri yıkıyorsun. aslında kendini yık-ıyosun. fark var.

~buradaki sen çok güzelsin~

bir sahne var sonunu merak ettiğim, onu yaşayıp gideceğim diyorum. son bir nefes alıyorum.
anlatıyorum, böyle böyle. kendime şaşmakla aklımdakileri söylemek arasında gidip gelmekle geçen bir zaman ve kontrol edemediğim kendim. neler söylüyorum. neden hala susup öpmek yerine konuşuyorum. seni bu kadar derine iten ne olabilir, nasıl büyük bir şey bu diyorum kendi kendime. çok merak ediyorum. ve konuşuyorum. kendimi anlatıyorum. ama dayanamıyorum emin ol. kaçan her şey kadar değil bu kez merakım. değişik.
anlaşılır ama eksik. hem de çok.
ses yok.

~bu yine sensin.~

aynı parça çalarken kulağımda, yürümeye başlıyorum. tabi yine güzel bir veda sahnesi oynayamıyorum.

~buradaki ben salağım~

ağaçlı yol.
yolun ortasında yürüyen bir adam ve ters yöne geçmekte olan araç şöförlerinin bana yüklediği anlamsızlık. n'apıyo bu gecenin bi saatinde yolun ortasında? bakışı, tanıyorum.
dibime kadar sokulup havlayan ama bir şey yapmayan köpekler.
aynı parçanın belirli yerlerinde elimi havaya kaldırıp lanet olsun der gibi parmağımı yere doğru sallayışım.
aydınlatma ışıklarına göre belirginleşip solgunlaşan gölgem.
sen kiminlesin bakalım?
yürü, bağır, küfret, sus, kimse yok istediğini yap.
geçenlerde boş olan durağın tam önünde ağzı açık, sadece sırtının belirli yerlerinde rüzgarın etkisiyle kımıldayan tüyleriyle yatmakta olan ölü kedi.
allahım ne oluyor deyişim.
hele bir de geceyse deyişin.
hoşgeldin deyişin.
müzik.
müzisyen.
sen.
ben.

bir buçuk saat sonra evimde, odamdayım. bakmaya doyamadığım o ağaçlı yolda kalan onca şey de beynimde.
hala aynı parçadayım ama aynı yerde değilim.


~buradaki sen ulaşamayacaksam da merak ettiğimsin~

çocuk olmak gerek.

neyse sen yola bak.
kımıldayacak gücün yoksa da bunu bilmeme izin ver.
ben yürürüm.



Ocak 23, 2011

arada olur öyle #11

tıraş olayım dedim haftalar sonra, şöyle şekle girsin saç sakal. saçı hallettik neyse, sakal kısmında makinenin azizliğine uğradım ve kaçınılmaz son; bıyık ve dudak altından çene ucuna doğru üçgen şeklindeki küçük sakalımla artık ben de bir hüseyin turan'ım. yapacak bişey yok.
ama işin yok bekle ki uzasın şimdi yaa.. peh.. neyse neyse fena olmadı :|

izmirden gidiş

- ve bir gece kalbimi ışığınla aydınlatmak üzere çıkıp geldiğinde, kışın ayazında uzaklaşmam söylendi. kendimi ihanete uğramış hissettim ve ışığın gölgenin içinde eridi gitti.

Stis pikras ta xeronisa

terapik dialoglar #19

-...

- sen kimsin lan?
- bonobo abi, hayırdır?
- aferin lan sana.

-...

arada olur öyle #10

üzerimde babamın pijaması, ayağımda ne çorap ne patik hiç bişi yok, yalınayak tuvalete kadar gidiyorum. gidebiliyorum. annem görse öldürürdü beni.

arada olur öyle #9

akşam karanlığında güzelbahçe birinci balık hali. o ışıklar ne arkadaş, neyin kafasındasınız?

terapik dialoglar #18

-...
- çirkinim lan ben.
- yok be oolum. karizman var. ncıkk (gözkırparken aynı anda yanağımızı hafif geriye çekmek koşuluyla ağzımızdan çıkardığımız, söylediklerini onaylayan anlamındaki ses)
- diyosun? ( el saçta )
- hı hı.
-...

Ocak 22, 2011

arada olur öyle #8

bu günlük yeter bu kadar.

kâh..

bi bakıyorum koca tanju okan karşımda. eli de böyle havada, anlatıyo bişeyler.. dinliyorum. sonra ben anlatıyorum, tepki yok. sonra bi bakıyorum sırtında bi top mermisi ortadan fazlaca büyük bi dayı "yeğen yardım et biraz da sen taşı şu yükü" diyo, "ama benim bel sakat dayı ya şimdi nası olcak ki bırak sen en iyisi onu gerek yok" diyorum. bu lafım üzerine bi muhabbet başlıyo, anlatıyorum da anlatıyorum, dinliyo, ama yine tepki yok.

iskele'nin deniz gören parklarından bu yaşananlar.
aslında burada yaşıyalı çok olmadı ama şimdiden çok acıttı beni burası,çok şey öğretti. o yüzden çok seviyorum burayı.


tanju ne diyodun sen en son? hı? kadınım diyodun evet, e söyle de dinleyelim madem hadi kaçtır hep bi dahakine diyosun. olmuyo böyle.

terapik dialoglar #17

- bari durağa camdan bi dal sigara atsaydın, sigarasız çıkmıştım :/
- durak mı hı? sen napıosun ?
-...

.
.
.


elinin körü, yok bişe, git biraz yalnız kal. anlarsın

arada olur öyle #7

yağmurlu günlerde hele bi de karanlık bi sokakta yürüyosam korkarım. nedeni karanlık olması değil ama, ha şimdi ha ne zaman çatırt diye bi ses duyucam ve bi salyangozun daha ömrüne noktayı koycam acaba stresi yiyo beni bildiğin. o yüzden geçen muhtara gidip sokaktaki yanmayan ışığı yaptırın dedim ama şimdi geldim yok hala aynı, yanmıyo. o ışık nelere kadir bilemiyo ki napsın.

Ocak 20, 2011

özet

hep denedin
hep yenildin
yine dene
yine yenil
daha iyi yenil.

s. beckett

güvercin tedirginliği.




bu yıl da yoksun. öldürdüler seni. bilerek. isteyerek. ama bedenini.

Ocak 18, 2011

sanırım kapının önüne kadar geldim.

tüm kaygılarımdan sıyrılmak istiyorum. sinirlerimi zorlayan tüm düşüncelerden uzak kalmak istiyorum. bi süreliğine de olsa. sonra yine binsin ben olmanın yükü omzuma. ve tüm bunlar olurken sen de yanımda ol istiyorum.

o gün böyleydim işte, ikinci ondördünde.

Ocak 09, 2011

terapik dialoglar #15

muhtemelen bir giriş cümlesi var burada ama kulaklık olduğundan nasıl bir giriş yaptı bilemiyorum, bir kaç saniye sonra ağzının oynayışından bana birşeyler dediğini anladım.


-...

-hı?
-çok oldu mu bekleyeli.
-eh biraz.
-tüh. gitmiştir dolmuş o zaman.
-yok yav geliyo ara ara, beklemezsin çok.
-e sen niye bekliyosun, demek ki gelmiyo.
-yok ben urlaya gitmiyorum, ondan, urla dolmuşu var, geçiyo, gelir birazdan.
-sen nereye gidiyosun ki?
-okula gidicem ben.
-hee ekenomiye mi, hmh, gülbahçeye mi? (buradan yanlışlıkla ekonomi dediğini, aslında iyte'yi kastettiğini anlıyoruz)
-aynen teknolojiye.
-ben de dokuzeylüldeyim. tınazda.
-oof, sizin işiniz bizden zor ya. ee napıyosun zor değil mi burdan git gel.
-yok ya bucada teyzem var onda kalıyorum.
-hee iyi o zaman. ee yok mu öğrenci evi durumları?
-olmaz mı yav var, ama zaten hergün biyerdeyim ne gerek var tekrar masrafa, pazartesi cuma ordayım zaten, cuma dönüyorum.
-iyimiş o zaman. senin canın mı sıkıldı, konuşasın mı geldi? hayırdır? (yokluyorum)
-hee yok ya öyle konuşayım dedim ya, gördüm.
-urlalı mısın?
-(onaylama ifadesi) buralıyız, pazarcı ya zaten peder, elimdeki cennet meyvasından anlaşılmıyo mu? ( enteresan)
-iyimiş.
-sen nerelisin?
-erzincan ben.
-aa mustafa abi? (arabanın önüne atlar, kollar iki yana açık, sevinç dolu). abiimm! (arabaya yönelir)
..
..
-kardeeş adın ne senin?
-hüseyin hüseyin. bak bu da mustafa abi, genç olan, çok kral adamdır haa. diğeri de hala oğlu bizim.
-eyvallah.



istatistik bölümü bitirme tezi ( örnektir )

iskele bölgesi otostop istatistikleri*

-havanın güneş batmadan önceki halini fırsat bilip, manitayı da alıp arabayla turlayan her yaş grubundan gençler, beyefendiler ve dayılar.
bi hayli fazla

-yanında annesi, herhangi bir yaşıtı, çocukları veya bunların hepsi, olmadı yalnız başına seyehat etmekte olan en olgunundan jipli ablalar.
hayli fazla.

-arkası olan veya olmayan her türlü kamyonet, transit dolmuş, minübüs vb vasıtaların kesişim kümesinde en önde sıkışık bi vaziyette oturmak zorunda kalan ama herşeye rağmen mutlu ve bıyıklı dayılarla birlikte yanında sıkış tepiş oturan adamlarla arasında yer alan bir nevi sınır anlamına gelen vitesin verdiği ender rahatlama hissini yaşıyan ve vites sayesinde az da olsa kendini güvende ve şanslı hisseden yine bıyıklı şöför dayılar.
hayli fazla

-hayatının baharında kendisini aracın arka koltuğunda kucağında iki veya daha fazla çocukla birlikte hayatı sorgulayan şekilde bulan, genç ama sorumluluk sahibi ablalar.
bi hayli fazla.

-elinde telefon mesaj yazarak aynı yerden birden fazla (en son beşti) kez şuursuzca geçen kız. git artık
fazlaca.

-dün gecenin yorgunluğunun halen üzerinde olduğu, ve yoldan sıkıldığı gayet belli olan, bunu perdelemek için de gözlükle dolmuş kullanan bıyıklı / bıyıksız şöför dayılar.
bi hayli fazla.

-cillop gibi arabanın içinde kendini film artizi zanneden bakımlı beyefendiler, gençler.
fazlaca

-altında şahin değil de sanki bin beygir bir araç ( cihaz ) varmış gibi virajı olanca tribiyle dönen, araç kıçını savurdukça mutlu olan urlalı gençlik.
bayaa bi fazlaca.

-dünyadan bi haber, yol ve ibre arasına sıkışmış vaziyette yaşıyan insansı varlık.
pekçok.

-yanında sevgilisi, şöför yanı koltuktakta oturan, buram buram parfüm koktuğunu tahmin ettiğim, gözlükleri yüzünden büyük, hafif/tamamen kokoş dişi varlık.
hatrı sayılır miktarda.

-tüm bunlar olurken, herkesten biraz daha ayrı, gördüğü bu hayatlardan hangisini yaşayacağını kestiremeyen ve dahası yaşamak istediği şey için ne yaptığını düşünen, sorgulayan, baş parmağı havadaki kişi.
yalnız.




*işbu tez günün değişik saatlerinde fakat aynı bölgede çekilen otostoplar dikkate alınarak hazırlanmıştır.

emaye

bacamız tıkalıydı, açıldı edildi falan, rüzgardan çok etkilenmesin diye de H boru takıldı en tepeye. o gün bu gündür okula gelip giderken vs hangi evin bacasında H boru görsem bi sempati oluyo direk o eve karşı. bi de o diğer pervane gibi olan, sürekli fırfır dönenler daha bi parlak, elit kaçıyo sanki.

her yerde bir kırmızı var. #3

milletcenek trafik kurallarını bilmiyoruz. aramızda hala ambulansa yol vermek için gerekirse kırmızı ışığı dikkate almayıp aracını ışıklardan biraz daha ön tarafa kenara çekip arkasındaki araçlara da yol açması, manevra payı bırakması gerektiğini bilemeyenler var. var, gördüm bugün. o da takılmış kırmızıya. fena.

Ocak 08, 2011

wuuu

arka camı açtım , tam kafamı dışarı uzattım, böyle red kit'teki gibi wuuuu diye rüzgar sesi geldi. aynısı. bi saniye o geçen çalı mıydı? lan yoksa ben de red kit miyim ? (:

mehmene.















ferhat sırtında gürzü, vurmuş kendini yola. ya dağ, ya şirin. biri her daim gözünün önündeki koca dağ, diğeri ise dağdan büyük. ama bilmediği şeyler de var. şirin'in bir ablası var; mehmene. onu biliyor ferhat ama mehmene ne düşünür ne hisseder bilmiyor, muhtemelen öğrenemedi de. mehmene şirin'e sanki ferhat'tan daha çok aşık. ferhat içinin ateşiyle avuçlarken toprağı, yüzü asık büyücü ya güzelliğini feda edeceksin ferhat şirin'e kavuşsun istiyorsan ya da sen bilirsin diyince, mehmene gözünü kırpmadan iki damla gözyaşı akıtır yere;dünyadan ağır. güzellik ne ki der sevdanın yanında. kendisi de aşıktır ferhat'a oysa ki..

Ocak 07, 2011

neden.

-hayatta bir yerlerde gizli kırmızı bir renk var, ama bulamıyorum. bulsam tutucam, kuralları da ben koyucam ama yok. o yüzden her gece birkaç kişiyi öldürüyorum. anladın ?
- hı hı..

Ocak 06, 2011

küçük karabalık..



dolunay sözünü bitirememiş. karabulut gelip üzerini örtmüş ve gece yine karanlığa bürünmüş. karabalık yapayalnız kalmış. birkaç dakika şaşkınlık içinde karanlığa bakmış. sonra da bir kayanın altına süzülüp uyumuş.

Ocak 04, 2011

arada olur öyle #6

kaygı.
birşeylerin sonuna yaklaştıkça insan daha fazla düşünüyor eski zamanları, olanları, olmayanları. daha çokça da artık muhtemel olamayacakları. her çıkışın bir inişi vardır diyelim, her inişin de bir çıkışı olsun o zaman.
cesaret.
ve yine sona gelme hissiyle birlikte cesaretini sorguluyor insan. en cesur anını düşünmek yetmiyor ama. şimdi ne olacak diyor içerlerden bir ses, ya sonra?
belirsizlik.
en çok da bu hakim şu sıralar. belirsizlik tek olmuyor ama; yanına stresi, kırgınlığı, umutsuzluğu da alıyor. o güçleniyor ben susuyorum.
sessizlik.
en güzeli. en yalını. ama bazen de en acıtanı ve en ağırı.
denge.
bir kez bozuldumu gel de uğraş.
hayal.
olmazsa olmaz. ama insanlar hayallerimi de kirletince o yöne de gidemiyorum. sanki kurduğum hayaller birer birer yitmek üzere kurulmuş içi boş temennilere dönüşüyor. kımıldayamıyorum.
sinir.
yıpranacak bir şey kalmadı.
umut.
acının şerbeti.
yansıma.
bazen hiçbir şeye, hiçbir kimseye kızamıyorum, çünkü bu yüzden ben oldum. her insanın kabuğunu kırdığı bir zaman vardır. bir kez kırdın mı geri de dönemezsin, yüzleşmek zorundasın yedi katmanlı dibi toprak yeryüzünde ne varsa, nereye koyduysan kendini.
nefret.
gerek yok, ona bile yer kalmıyor bazen , zamanla genleşen bir boşluk var içimde, bir de arttıkça daralan bir gökyüzü.
nefes.
insan bazen nefes almak istiyor, ama nefes alacak kimseyi bulamıyor. ya kimse oralı değil, ya da buralar çok yabancı artık.
gerçek.
kimse duymuyor. duymasın. insanın sadece kendine ait gerçekleri sırları olması gerekir bence, yoksa dönüp baktığında salt kendine ait bir şey bulamayınca gerçekler biraz acı olabilir. ben de ilkyardım çantası gibi, gerçeklerimi sırlarımı tutuyorum hep kendimde. taşıyorum. koyamıyorum kenara. o yüzden susuyorum. anlattıkça kirlenicekler gibime geliyor. yada benim olmaktan çıkmak diyelim. bazen taşıyor tabi bardak, o taşıyor ben onu izliyorum.
telaş.
böyle zamanlarda telaşlanıyorum. müdahale etmek istiyorum kendi kendime, ama o kadar güç ki. şaşıyorum.
dinginlik.
istiyorum.yeter artık.
korku.
gerek yok.
koku.
gerek var.
çekinceler.
binlercesi var aklımda, içimde, çevremde, rüyalarımda, gündüzlerimde, gecelerimde, ama olmayacak gibi de değil ki, büyüyorum.
us.
kendini bildiğin zaman her şey daha da karışık sanki.daha belirgin sancılar.
iz.
yer kalmadı uyarısı almaktan yoruldum; birikenleri sileyim diyorum; ardı ardına silinemedi uyarısı .. sıkıldım. kendimden utandım.

terapik dialoglar #15

-tanrım bir ses ver bana
anlatmalıyım sana..

-...

insan bir kez...

...eksik kalmaya görsün.
...yalnız kalmaya görsün.
...ifadesiz kalmaya görsün.
...kendinden uzak kalmaya görsün.
...sessiz olmaya görsün.
ve insan bir kez yanılmaya görsün, düğümlenmesin kendi kendine. ağlamak da yetmiyor o zaman.
hiç bir şey eskisi gibi olmuyor. yitiyor.
daha eksik, daha yalnız, daha ifadesiz, daha kendinden uzak daha sessiz buralar artık.
yanılıyorum. düğümleniyorum.
ağlıyorum.

Ocak 01, 2011

ikibinonbir

zaman üstüme geliyor. düşünüyorum kim kimi yenecek diye ama sanırım yine yenilen taraf ben olucam. neyse. iyi bir gece. iyi bir yıl. iyi bir umut. daha iyi anlamsızlıklar. daha iyi yalnızlıklar , daha iyi düşünceler ve daha iyi bir belirsizlik diyelim. yeter.
bitsin.