ceketlerimizi giyip ayaza çıktık, hava kararmıştı bile ya da bir fırtına yaklaşıyordu. pizzacının önünde durmuş vedalaşırken hava iyiden iyiye kapandı. ne kadar çok lamba yakarsanız yakın, masaya, cam kenarlarına ne kadar çok mum koyarsanız koyun, alışveriş merkezleriyle dükkanların kapılarında, noel partisi verilen villaların girişlerinde ne kadar meşale yakarsanız yakın yine de binaların içine sızan, yayılan türden bir karanlık, bastıran, işgal eden bir karanlık vardı. yukarıdan, gökyüzünden gelen bir karanlık değildi bu, aşağıdan, çürümüş halde karanlıkta tek başına yatanların durduğu soğuk topraktan geliyordu, buz kesmiş, titreyen ağaçların donmuş dallarından gürül gürül akan bir karanlık, bıçaklarla dolu bir karanlık, bedeni ve ruhu yaralayan bir karanlık, ardında görünür yaralar yerine kanın, akkanın ve düşüncelerin akışını engelleyen boğum boğum yara izi ve düğümler bırakan bir karanlık, tekliyor, duruyor ve çözülmez, sıkı bir kördüğüme dönüyordu.