Eylül 30, 2010

sitem ; sana..

yüzün hep iyi kalsın bende nolur öyle bakma olur mu?

sitem ; samanyolu

bazen sadece boşluğu düşünüyorum. ne bileyim şu atmosferi geçsem de yerçekimsiz ortamda asılı kalsam, ne yöne gideceğime gezegenler karar verse ben değil, uf olaya bak. ya artık aslına bakarsanız şuan yaşadığımız hayata daha uygun şeyler düşüneyim isteyeyeyim istiyorum, evet ben de istiyorum ama olmuyo. bak mesela iki insan hayatlarını ayırsa da birbirlerini ne kadar ayırabilirler ki? ya da ne gerek var temelli o insanı silmeye, görmemeye. anlamıyorum. ne zaman öyle insanlar olucak onu da biliyorum. bilmek de istemiyorum aslına bakarsanız, hiç bişey istemiyorum. şu an şu şekilde yaşlanayım en azından kemiklerim ağrıyo şööyle sırtımdan aşşağa doğru bi ağrı iniyo deyip herşeyden sıyrılayım istiyorum. ya susun ya da konuşun. boşluk derken nerelere geldik. aslında neden dünyada doğdum ki, başka bi gezegende de oranın yeryüzüne gelebilirdim. ne değişik olurde bee. kimse yok bugüne dair. düşüneyim az. yine gel. hoşçakal, boşta değil.

sitem ; kendime..

hiç bir şey konuşmak istemiyorum. anlatmak da istemiyorum. konuşmayacağım işte. artık üzerime gelmeyin. n'olur.

sitem ; anlamayana

efendim içimi dökeyim dedim verdiği cevaba bakın hele densizin;
soru şu: gerçekten mutlu musunuz?

"Daha iyi olabilirdi. Genel olarak olmasını istediğiniz gibi bir hayatınız var ve idare ettiğini düşünüyorsunuz. Ancak ara sıra “daha iyi olabilirdi” demekten de kendinizi alamıyorsunuz. Belki size daha fazla destek olabilecek arkadaşlara ihtiyacınız var ya da kendinizi daha iyi ifade edebileceğiniz bir işe. Hayatınızda birşeyler eksik ve onu bulduğunuz an gerçek mutluluğu da bulmuş olacaksınız."

ne bu şimdi gece gece. ben bilmiyo muyum eksik birşeylerin olduğunu ve onları bulmam gerektiğini. hem üstüme gelmeye ne hakkın var ki. bu yüzden de sevmiyorum işte sanallığı, kırıcı oluyolar. neyse. biraz müzik sakinleştirir beni. şimdilik hoşçakalın.

sitem ; kadere

birinci oldum hala şaşkınım. nasıl oldu diye sormayın lütfen, deneyin.

sitem ; anlayana




böyle uzansam, kafam güzel, gökyüzüne bakıp hayal kurarken her kıvrımdan geçtiğimde birinizi hatırlasam, gülsem, el sallasam ne bilim yada kuvvetle muhtemel olacağı gibi sussam, sadece zihnimden konuşsam ve davransam, hoş olur. hayal kuruyorum. o halde.

Eylül 28, 2010

sitem ; dil






efendim dil deyince rolling stones'un meşhur dili aklına gelenler için hemen söyleyeyim birazdan aşağıda okuyacaklarınız ilk anlamıyla akla gelen sitemdir. rolling stones ile alakası yoktur, dilerseniz bu satırdan sonra okumayabilirsiniz ve lütfen yirmidört saat içinde beyninizden siliniz.

dil bizim kanayan yaramız. halbuki bizi birleştiren olması gerekirdi, ayıran değil. ya da tam istenilen gibi oldu ve böldü. babilin dil kulesi, inkalardan evvel güney amerikada bir mağaradaki yedi tünel ve yedi farklı dil konuşan ejderhalar ya da her neyse, senaryolar iyiydi, seti de nazar değmesin çok iyi oynuyoruz. bir gün gelip de yahu ben neden böyle yaşadım ki, bu benim tek yaşam hakkımdı onda da nefretten başka bir şey yok! diyecekmisiniz merak ediyorum. deyin. dolmuşta arapça konuşan ama kürtçe konuştuğu sanılan muğlalı çocuk bıçaklanır, ahmet kaya dinliyor diye bir diğeri yargılanır. zorla kapattırılır kendince haklı sebeplerle. neymiş o bu ülkeyi seviyomuş, 19undaymış, bu ülke onunmuş, ee iyi de kardeş onların suçu ne? yavuz selim bitiremedi de sen mi şimdi temizliyicen topraklarını. hem kimden, neyden? dahası niye? dünya da bilmem kaçyüz dil var, onlardan birkaçını konuşuyoruz işte şu çevrelenmiş topraklarda. hem ingilizce eğitimi olan bir okulda 19luk üniversite genci olarak kürtçeyi nası yadırgarsın anlamış da değilim. ya da annesi arapçadan başka dil bilmediğinden onunla konuşurken arapça konuşmak zorunda olan muğlalı ne yaptı sana? hiç düşündün mü? sen sen ol büyü boşver bunları. ben sadece o an diyemediklerimi dedim varsay. konuşasım yok bayadır.

Eylül 21, 2010

sabah sabah




- bi baksana kardeş, buradan şu boylarda bi zaman geçti mi?
gördün mü?
-valla şimdi aşşağıya doğru hızla biri geçti buradan ama bilmem ki anlamadım neyin geçtiğini. belki o'dur?
-belki



koca yazı çatır çatır yedin ve ufaktan ufaktan dönüp hissettirmedin ya,ne diyim ki şimdi ben sana. kızsam mı, doğasıdır deyip geçsem mi bilemedim.

şunu anladım ki kalabalık bana göre değil arkadaş. son zamanlarda garipsediğim tek şey ben ve insanlar arasındaki hafif gergin ipin nasıl bu hale geldiğiydi. geriliyorum sanki insanlar etrafımda dalga dalga dalgalandıkça! ama çok da önemsemedim hani. düşündüm geçti. uğraşamam hiç.

iskele cephesinde işler yolunda ;|

soğuklar hafiften kendini hissettiriyo geceleri. aman dikkat edin hasta olmayın sizde. zaten hapşırsak kapıyoruz birbirimizden virüsleri. bi bekle di mi. bi dur, ne bilim tokalaş, sarıl, lokmasını ye, öp, daha bissürü şey. ama daha olamadan aslında olan olmuş oluyo.dikkat.

satürnü gördüm bu gece. ay'a göre ufak kalıyodu tabi ama yarı güneş kadarmış. küçümseyesim geldi ama hemen vazgeçtim.

satürn demişken burçları dört dörtlük bilen birinin çizerek ve yazarak bana anlatmasını istiyorum. ama hani geceleri promosyon kanallarında nostradamusinsan lar olur ya, o tarz değil, daha insancıl olarak olsun bu mümkünse. olmaz mı?


ben bi hava alıp geleyim. güneş doğdu tam izlenmeliktir şimdi.
görüşelim mutlaka.
dinliyoruz.
günaydın

Eylül 13, 2010

wing of a roller.



bu benim kanadım olabilirdi.

artık yeni bir yer belirlemek gerek. yine havalandık insanların topraklarından kendi gökyüzümüze. bakalım bir daha ne zaman yere değecek ayaklarımız. ne zaman hissedeceğiz toprağı.

birini sevince sanki toprağa kök salıyor insan nefsi. onunla yaşıyor. onu görüyor. onu duyuyor. onu duyumluyor.

pek tabi bu arada zaman akıp gidiyo yalnızlığından şikayetçi bir vaziyette ama kimin umrunda ki. ne farkeder ki zaten di mi. geçiyo ulan zaman. uyanın. ya da uyuyun geç oldu zaten. gittim.

geç artık. çok geç.

peki şuan gökyüzüne bakabilir misin?

dinle. duyuyosun değil mi?

Eylül 12, 2010

demiştim ben.


















sessizliğin kendine has bir güzelliği var. ezan okunuyor şu an, saksağan ve serçe sesleri var, alt kattaki ufaklığın konuşmaları duyuluyor; ne hoş. buzdolabının sesi. tuş sesi. yeter.

bugünle birlikte üçüncü defadır kahvaltıda ayva reçelini masaya koyuyorum. canım yemek istemiyor, zaten tatlı çok yiyemem, ama neden inatla hala masaya koyuyorum bilmiyorum. neye dayanarak bunu yapıyorum inanın ben de merak ediyorum.

latin amerika ya da avustralya'da emlakçılık yapıp, buradaki alışkanlıktan dolayı, orada da güney cepheli eve önem veren türk var mıdır acaba? birisinin ona söylemesi gerek; abi yanlışın var -kısa ve net- farklı yarıkürelerin insanıyız.

ulan (alıntıdır. bknz. rt ) başbakan olmak vardı hee şimdi. peh. ne istersen yap. akşama basket maçı var, ara spordan sorumlu devlet bakanını, hatta çağrı yap anlar o zaten (geçen derbide de çağrı yapmıştın anlamıştı), git izle. takıl kafana göre. düşünsenize yaşlı diktatör barışarock'ta sabah yediçeyrekte çiş sırasında :) kimse izin de vermez öyle aralardan da gidemezsin. sabahın körü ama millet cin gibi o bitmeyen sırada, aman altına etme garibim:) ulan ne mizah adam bu be. temel'den sonra her fıkraya gidebilecek bir mizacı var. çok yok böyle insan. değerini bilmek gerek.

an itibariyle evet oyu çıktı. demiştim ben.

şimdi misafirim var gitmem gerek.

hoşçakalın.

bir kaplumbağa gelmiş bayramın üçüncü günü de kutlu olsun demiş.






evet dedi.ama sesi sıkılgan geliyodu. ben duydum.

bayramın üçüncü ve son gününü de bitirdik hepberaber. çoğunuz uyuyosunuz şuan. yarın da referandum var hadi bakalım hayırlısı. ben karışmıyorum yine bu işlere hayırlısı dememden önyargı olmasın aman.. kızanlarınız var tabi ki şuan ulan biz de uğraşmazsak kullanmazsak kim yapacak diye. haklısınız evet ama bana o inancımıı kaybettirdiniz. hepiniz. şimdi nolur demeyin öyle, bozuşmayalım.

bugün yemek yaparken annem aradı. aldım kısık ateşe yemekleri hemen. tam son gelişmeleri değerlendirip tartışırken bir anda dur kız dur yemeğim yandı ocakta hadi sonra ararım ben seni, mujcks. dedim ve kapadım telefonu. dahası mutfağa doğru koştum. olan bizim güzide tencereye oldu. eh be anne. hep zamansız ara zaten, tüm annelerin geninde var mıdır acaba? birileri de bunu araştırsa ya?

bugün sıkıldığımdan artık iki tane bayram şekeri yedim. bi tane de gürcan yedi. üçü daha gitti. bu arada misafirim vardı bugün evet. gürcan işe gitmeden bi uğradı oturduk konuştuk az. iyi geldi.

bari sultan makamı'nı kaldığım yerden bitireyim de öyle uyuyayım. ne güzel diziler vardı be o zamanlar. şimdi olsa izlerim tv ama açmaya bile gerek yok sanki hı? bi düşünseniz ya eski dizileri, filmleri. mutlu oluyo insan.

bugünü pek muhterem 2econd Class Citizen ile bitirelim. biraz da düşünelim.
dinliyoruz.
günaydın.

Eylül 11, 2010

bir kaplumbağa gelmiş bayramın ikinci günü de kutlu olsun demiş.




evet dedi, ben duydum.

bugün de hiç bi velet gelmedi şeker almaya, üç tane falan ben yedim o kadar:) gerisi duruyo mutfakta.inanmazsan gel bak.

son 24 saat içerisinde kurduğum üç tane cümle var. yok dört tane. ilk markete giderken koyunlara söylediğim çok basit bi kelime ; mee. ve karşıdan gelen olumlu cevap; meee. ikincisi ve üçüncüsü merkette kullandığım yeni bir kasa açabilir miyiz? ve kolay gelsin iken dördüncü ve sonuncusunu da biraz önce güneşi doğururken yan bahçemdeki beyaz ata kullandığım günaydın beyaz at cümlesi olarak bugünün kayıtlarına geçirdim. pişman mıyım? hayır neden olayım.sizde.

bayramın ikinci gün filmi yeni bir yapım olan the kung-fu kid oldu. ha olmasa da olur muydu. bence olurdu çünkü ip usta'yı izledikten sonra cidden kid bi film olmuş.

efendim yemeğimizi yedik. kitabımızı okuduk.dizleri açalım diye sağa sola üç beş pedal çevirdik. güzide parkımıza gittik. geldik. sıkıldık. sustuk. düşündük. bişeyleri bulduk. çoğunda eksiğiz hala. ama affola. denedik. söyledik. ama sesimiz çıkmadı. derken bir güne daha başlıyoruz. bir kaç saat uyuyayım erken kalkcam zaten çocuklar gelir belki şeker toplamaya.

bugünü kapatırken hep beraber dinliyoruz;
sylvain chauveau - dialogues avec le vent
günaydın.

Eylül 10, 2010

bir kaplumbağa gelmiş bayramın birinci günü kutlu olsun demiş.



evet. dedi. bayramın birinci gününü yine erken vakitte sızarak geçirdik. öğrenci bütçemi aşıp şeker aldım kilosu 19.95tl olanından çeyrek kilo(cuk) fakat moneycard'ınız varsa 13.95tl oluyo o fiyat ki sırf o yüzden moneycard aldım, hem napayım üç aydır hergün soruyolardı zaten "moneycard?yok muydu?almak ister misiniz?"bilmem ne.ama bir tane velet gelmedi şeker almaya. eh be çocuklar. ama ben başıma gelecekleri bildiğim için en güzelinden aldım şekerlerin, sevdiklerimden, şimdi sıkılmadan yiyorum. en azından azalarak artan bi sıkılma durumu ama olsun napim.

bayramın birinci günü filmi "gemide" oldu. ikinci ve üçüncü günlerde hangi filmler var bilemiyorum ama birkaç tanesini belirledim gibi. hepberaber izleyeceğiz zaten. eskiden ne güzeldi ya öyle şeyler vardı hep dimi. bayramdır yılbaşıdır hep özlenilen filmleri gösterirlerdi. bir keresinde hiç unutmuyorum. ufağız tabi. ananemlere gittik.yılbaşıydı sanırım. nasıl gittik hatırlamıyorum yani akşam üzeriydi onu hatırlıyorum.vardık, ev kocaman geliyo tabi o zaman bize. alışmışız kutu kadar yere, babanemde kalıyoduk sanırım o zamanlar tam hatırlamıyorum. neyse. tam show tv'de kemal sunalın bi filmi başlayacaktı elektrikler kesildi. ne üzülmüştüm o zaman ya ben. ondan sonra hepberaber mum ışığında portakal yedik.

ilk gün etkinliğimizde ise bisikletle iskele turu vardı. gelinkayaya kadar gidilip gelinmesini kapsayan bu tur çok çabuk bitti tabi. yine herzamanki, kazıdayken de arasıra iş çıkışı gidip bi bira içtiğim parka gittim. karşımda beş ada. denizfeneri yeşil yanıp sönüyo. bayramdan dolayı biraz daha hareketli tabi ışıklar yanıyo. babam soruyodu her aradığında içtin mi uşağum biranı diye. içtim baba. iyi geldi yalnız yalnız.

bir de pazenden birşeyler yaptım ama onu söyleyemem. dikiş nakış işleri.görmek isteyen gelir görür. güzel oldu.

bayramın ikinci günüde görüşürüz, hatta şu an dünü anlatmayı bırakıp bugünü yaşamam gerek. bugünki top bir listemizin ilk ve tek sırasında kesmeşeker var. tek kişiyim ben hala.dinliyoruz.

Eylül 09, 2010

nameler, güller




bir kaç saatliğine dünyaya gözlerimi kapatıp bu münhasır günü bitirirken sadece nazeri'ye teşekkür etmek isterim. bu saate kadar sadece o benimle birlikte kalabildi çünkü. hepiniz gittiniz bir vakitten diğerine gezerek. yittiniz.
sızmakla geçen iki gecenin cezasını üçüncü gece çekermiş.
günaydın.

Eylül 08, 2010

havana'da esrarlı bir gece.

hadi ben sırf ses duyayım, odada bi ses olsun, canım sıkılmasın diye kapıyı tamamen kapatmıyorum, 3 saniyedebir kilidi değip çtınnn çıtınn diye ses çıkarıyo da bu insanlar neden kapatmıyolar artık kapılarını bana ki sırf acı çekeyim de bişeyler olsun hayatlarında anlamıyorum? arkadaşım boş olan hayatınızı kendinizle doldurunuz. lütfen beni rahatsız etmeyiniz. asıl özgürlük ve ruhani olan an da o olacaktır zati, kimsenin birbirine değmediği, sırf kendi özün olarak dolaşabileceksin. o halde. ondan sonra görürsün tabiki hurileri, şarap teknelerini, mis gibi havayı.bakınız vaatler büyük, hadin bırakınız beni ve gidiniz. ancak bu kadar kibar olabiliyorum. farketmediniz ama kirli bir yalnızlığı vardır sakinliğin, işte ben oradayım.
dedi ve başını yukarıya doğru çevirdi che.

fidel ise ulan daha der demez de çekmez ki insan belayı üstüne dedi ve ekledi; johnson geldi seni görmek istiyor, gene ne yaptın?

abi beni pisliğine yiyecek bu adamlar sen durma olur mu devam et. korkma bişey yapmayacaklar sana, şimdiden çok yorulduk, yayılmaya başlıyoruz ama bi sen kalıcan gibime geliyor ileride.dedi che ve purosunu yaktı diğer odaya giderken.

içeride johnson bacak bacak üstüne atmış, stresten zaten iyice seyrelmiş saçlarını sürekli alnından geriye doğru düzeltmekteydi en somurtkan haliyle. üzerinde koyu lacivert takım elbisesi vardı ve ne söylemesi gerekiyorsa söyleyip gitmek istiyordu bir an önce. söyledi de.
che sustu. johnson ağladı. fidel tahmin etti. havana küstü. puro söndü. takım elbise terledi. palmiyeler durdu. johnson gitti ve che uyudu.

Eylül 06, 2010

ay bugün yok odaya hapsoldum.napim.gelir ama belki .

bugün yalnızlığımı gezdirdim biraz. sıkılmış o da, izmire gittik, değişik şeyler hissettik yine aynı gün içinde. durduk, dinledik, düşündük, iğrendik, küstük, kızdık en önemlisi kırıldık...rüyalarım çıkıyo yine bu aralar. bi kez de güzel birşey görsem ya. nerdee. ama yinede bak kaç gün oldu rüya görmeyeli acaba, derin uykuya geçecek kadar uyumadım ki rüya göreyim, benimki de soru mu şimdi dimi..herkes uyurken uyanık olmak, düşünmek garip bir his, ve çokça da düşündüğüm bi his.
Bazen gitmek istiyorum, şuanki hayatımı bırakmak yada askıya asıp başka bir hayat yaşamak istiyorum, ama bu sadece düşünce olarak kalsın diye yaptığım bir şey değil. Herşey garip, herkes garip. Ego. Neden ve nasıl sahip olabiliyoruz bir insanın ruhuna bedenine anlayamıyorum. Bu da çokça düşündüğüm ikinci şey. Düşünülesi bir şey. Neden? Çok mu zor acaba yalın bir insan olabilmek, sedece olmak, insan olmaya çalışmak. Neden değişmek ister -burdaki değişim yaşadıklarının sana kattıkları değil tabiki, senin yaşadıklarını egon uğruna değiştirmen- ve neden hoşnutsuzdur insan hep? Bilmiyorum, bilemiyorum.
Yaşadığım kırgınlık kaç oldu ve yaşadığım kırılganlıklar nasıl bu kadar fazlalaştı ki? Benim yüzümden mi acaba? Hayatın kartlarını doğru oynayamadım mı, ya da oynayacak kart mı bulamadım bu yüzden mi böyleyim? Bu yüzden mi her defasında kırılan ben kıran onlar oldu?
Aslında çok da beklentim yok hani hayata dair, yaşama dair. Biraz huzur biraz eğlence ama çokça duygu. Neden bu kadar hissetmek zorundayım ki, ya da neden herşeyin altında bir duygu bulmalıyım? Duygusuz olan şeyler de var hayatta çokça ama benim çemberime girmediğinden olacak hiç göremiyorum ve duyamıyorum. Algım eksik sanırım bu konuda.
Neyse hadi ben bi doğrulayım oturduğum yerden, kal sağlıcakla..