Eylül 08, 2010

havana'da esrarlı bir gece.

hadi ben sırf ses duyayım, odada bi ses olsun, canım sıkılmasın diye kapıyı tamamen kapatmıyorum, 3 saniyedebir kilidi değip çtınnn çıtınn diye ses çıkarıyo da bu insanlar neden kapatmıyolar artık kapılarını bana ki sırf acı çekeyim de bişeyler olsun hayatlarında anlamıyorum? arkadaşım boş olan hayatınızı kendinizle doldurunuz. lütfen beni rahatsız etmeyiniz. asıl özgürlük ve ruhani olan an da o olacaktır zati, kimsenin birbirine değmediği, sırf kendi özün olarak dolaşabileceksin. o halde. ondan sonra görürsün tabiki hurileri, şarap teknelerini, mis gibi havayı.bakınız vaatler büyük, hadin bırakınız beni ve gidiniz. ancak bu kadar kibar olabiliyorum. farketmediniz ama kirli bir yalnızlığı vardır sakinliğin, işte ben oradayım.
dedi ve başını yukarıya doğru çevirdi che.

fidel ise ulan daha der demez de çekmez ki insan belayı üstüne dedi ve ekledi; johnson geldi seni görmek istiyor, gene ne yaptın?

abi beni pisliğine yiyecek bu adamlar sen durma olur mu devam et. korkma bişey yapmayacaklar sana, şimdiden çok yorulduk, yayılmaya başlıyoruz ama bi sen kalıcan gibime geliyor ileride.dedi che ve purosunu yaktı diğer odaya giderken.

içeride johnson bacak bacak üstüne atmış, stresten zaten iyice seyrelmiş saçlarını sürekli alnından geriye doğru düzeltmekteydi en somurtkan haliyle. üzerinde koyu lacivert takım elbisesi vardı ve ne söylemesi gerekiyorsa söyleyip gitmek istiyordu bir an önce. söyledi de.
che sustu. johnson ağladı. fidel tahmin etti. havana küstü. puro söndü. takım elbise terledi. palmiyeler durdu. johnson gitti ve che uyudu.