Aralık 31, 2010

madam curie


google'a madam curie yazıp görsellere gelince elli tane marie curie ve onunla alakalı siyah beyaz fotodan sonra ellibirinci bizim madam curie. bilse hoşuna gider ama çok da önemsemiyebilir.


eksibiryetmişbeşmiyop.

bilimsel adı: kontakt lens

bileşimi: hidrojel plastik

düşündürdüğü: on küsür yıldır sahiplendiğim, hani neredeyse kendimi bildim bileli, dış gezegenlerden gelmiş de burada burnunun ucundaki dört çizginin ardından hayatı gözlemlemek zorunda olan bir dışvarlığın hissettiği ağırlığa denk sayılabilecek bir ağırlığı, bir emektarı çıkardım koydum kenara. artık dünya şeffaf, bense biraz daha çekingenim.

kısacası: çok kısa süre önce hayal dahi edilemeyecek ama şuan inanılmaz yaygın olan bir şeyi yapmak değişik bi hismiş.

Aralık 28, 2010

yara

bi yarayı dibine kadar deşmedikçe üstü kapanmaz. kapanmıyo. deşmek iş değil, deşmesen de olmuyo. yaranın ağırlığının ağrısından çok olduğu biyer var, tam da o noktadayım sanırım. ben seni kapatamıyorum, sen beni kapat hadi yumdum gözlerimi..

arada olur öyle #5




yağmur ve nick.

çığlık atasım var

arada olur öyle #4

insanlar doğar, büyür ve çürür..

Aralık 27, 2010

her yerde bir kırmızı var. #2

kırmızı bir kuştur soluğum
kumral göklerinde saçlarının
seni kucağıma alıyorum
tarifsiz uzuyor bacakların
kırmızı bir at oluyor soluğum
yüzümün yanmasından anlıyorum
yoksuluz gecelerimiz çok kısa
dörtnala sevişmek lazım

her yerde bir kırmızı var. #1

artık geceler daha da kırmızı.
anlatılacak çok şey var ama zaman tüm yalanlardan daha dar.
insanların sanrılarıyız biz,
ve biz küçüldükçe onlar tanrı,
tanrılarsa kanadı kırık kelebek avında;
ellerinde maviye dönen griliğin ağırlığı,
tadı..
herşey bu kadar ağırken hafif olmak
belki zor evet
ama
neticede herşeyin bir sonu var;
her sonun ardında da
duvarda solan hisli bir yazı,
artık geceler daha da kırmızı.

la barba, 12.12.2010 @ radiohightech

#. presenter/creator - song name

1. ManMachineMan – Subway In
2. Pink Floyd – The Great Gig in the Sky
3. Erik Truffaz – Trippin' The Lovelight Fantastic (With Nya)
4. Parov Stelar – Hurt
5. Jon Kennedy – Encounters Of The 7th Kind
6. Elsiane – Prosaic
7. Martina Topley-Bird – Razor Tongue
8. Melody Gardot – Who Will Comfort Me
9. Boards Of Canada – Peacock Tail
10. The big sleep in search of hades – This majestic place
11. Jay Munly – Cooney vs. Munly
12. Bonobo – Sleepy Seven
13. Uyama Hiroto – Carbon Rose
14. 2econd Class Citizen – From Where I Belong
15. Portishead – Roads
16. Glen Porter – Slowburn
17. Tujiko Noriko – Tablet for memory
18. Vanessa Daou – If I Could (What I Would Do)
19. J.Viewz – Worth Light
20. Baxter – Forgive Them
21. Parov Stelar – Autumn Beasts
22. J-Walk – Cariad feat Guy Garvey
23. Jon Kennedy – Brown Acid
24. Alias & Tarsier – Cub
25. Funki Porcini – The Great Drive By
26. Skalpel – Together
27. Massive Attack – Tear Drop
28. Denali – Function
29. Jimi Hendrix – Born Under A Bad Sign
30. ManMachineMan – Subway Out

la barba, 26.12.2010 @ radiohightech

#. presenter/creator - song name

1. ManMachineMan – Subway In
2. Beth Gibbons & Rustin Man – Show
3. Yann Tiersen – Kala (ft. Liz Fraser)
4. Erik Truffaz – Trippin' The Lovelight Fantastic (With Nya)
5. Unkle – Rabbit In Your Headlights
6. 2econd Class Citizen – Listen The Night feat. Reindeer
7. Fauxliage – Draw My Life
8. Piana – Norway
9. Blonde Redhead – Misery Is A Butterfly
10. Metric – The Twist
11. Baxter – I Keep Reminding Myself (feat. Brent Hunter)
12. The big sleep in search of hades – The undertow
13. Glen Porter – Release
14. Radiohead – Idioteque
15. Azoora – Premeditated
16. Costanza – Silence
17. Charlotte Gainsbourg – Little Monsters
18. Portishead – Hunter
19. Bushy – Never (Bonobo Mix)
20. Stendeck – Walking In The Clouds
21. Adam & Alma – Naked
22. Dot Allison – Substance (Felix Da Housecat Remix)
23. Gutevolk – Antenna
24. Blackfilm – Mahabharata
25. Denali – French Mistake
26. Parov Stelar – Coco (feat. Lilja Bloom)
27. Nouvelle Vague – Love Will Tear Us Apart-Eloisia
28. Art Bleek – Between Yesterday And Tomorrow ft Airelle Besson
29. Melody Gardot – Love Me Like a River Does
30. ManMachineMan – Subway Out

Aralık 18, 2010

terapik dialoglar #14


(kuşatma altında istenildiği an ele geçirilebilecek veyahut öldürülebeliecekken nedenini bilmedikleri bir süre olan bu son saatlerini geçiren bir grup komünist, anarşist, incelemeci ve sosyalistle birlikte peder ve kız kardeşi, pederin evi ve aynı zamanda kilise olan mekanda açılan kurşun sesleriyle yere kapanır. beş dakika sonraki iki silah sesinin ardından dizleri üzerine doğru yere çökmüş peder için durum şu haldedir)

peder : neden öldürüyorsunuz? ölen bir kişinin ardından yaşasın dedikleri için mi?
komutan : (anlamsız bir ifade)
peder : o zaman yaşasın allende!
komutan : (iki el silah sesi daha)
(sırtından vurulan peder yere düşer.)






Aralık 14, 2010

guinness yetiş!

mercan dede'nin "Pamuk Prenses ve 7 Cuceler Ali Baba ve 40 Haramilere Karsi "isimli bi parçası var, ismi sanki biraz uzun değil mi ya ? bağlama'da döktürüyo zaten, ooh :)

Aralık 13, 2010

terapik dialoglar #13

-insan uçurumun kenarına gelmeden kanatlanamaz.
-kim demiş ki bunu?
-kazancakis.
-helal sana hafız.

Aralık 11, 2010

terapik dialoglar #12




-Sevdiği bir diğer, insanımsı/veyahut değil, varlığın en iyi arkadaşı olmak isteyenlerin sahip olması gereken bazı özellikler yukarıdaki resimde gösterilmiştir. İşbu resmi göz önünde bulundurularak aşağıdakilerin hangisini söylemek yanlış olur?
a)Her canlı bir gün sevgiyi tadacaktır.
b)İnsanın en iyi dostu köpeklerdir.
c)Sevgi ancak karşılıklı olduğunda değerlidir.
d)Kollarını açmak sevgi göstergesidir.

-Ce!
-Be'ye dikkat ?
-Fena çeldirici koymuşsun hee. ama yine de ce.
-Gel bi sarılayım sana..



Aralık 09, 2010

terapik dialoglar #11





-hmm. nerden başliyim?
-direk gir abi!
- ? tamam..
zey vardı bir zamanlar, hala daha var ama tabi beden olarak.anladınız durumu tamam.. biz diye bir şey yok ama bir çok şey var kalan onun ardından. çok güzel yaşanılası günler paylaştık. bir de insanlar vardı bir zamanlar, onlar da hala var ve onlardan da geriye kalan birçok şey var. sayelerinde büyüdüğümü hissediyorum. neyse. ilk zamanlar biz şaşkın onlar belirsiz bir kızgınlık halinde. herkes arkasına bakarak gidiyo. niyeyse? konuşulanlar, içki masasına yatırıp dertlenmeler, içerlenmeler, söylenmeler, gel zaman git zaman geriye kalan yine aynı yalnız sen. şimdi anlıyorum ki, o insanlar ne kadar yalnızlaştıkça biz o kadar kötü olmaya başladık. önce savundukları, söyledikleri şeyleri birer birer bozmaya başladılar, normalleştiler, sonra zaten giderek daha fazla zamanı kendileriyle geçirmeye başladılar. ve biz birbirimize bağırdık. sonra yine onlardan biri sevgilisinden ayrıldı ne bileyim sınavı kötü geçti, karamsarlaştı. yalnızlaştı. ve biz birbirimizi kırdık. o kırılma anından sonra zaten kimse tırmanacak merdiven bulamadı. şimdi hepimiz kendi köşelerimizde kendi kendimize bir sürü sözler veriyor, sonra sırayla bozuyoruz. geçmiş kaçımızın beyininde sürekli dolanıyo ki? kirliyiz, temiziz ama nihayetinde daha da kendimizleyiz, yalnızız. eşitiz. oldu mu şimdi?

Aralık 08, 2010

terapik dialoglar #10

terapik dialoglar #9





geçtiğimiz pazartesi okula gidiyorum, otostopla kuğulu kavşağa kadar gittim neyse oradan da okul tarafına yöneldim. durak var, hemen gerisindeyim, ideal bi yer otostop için çünkü yol genişlemeye başlıyor, yani tek sıra halinde gelen araçlar o noktadan sonra çift şerit pozisyonu alıyolar. durmak isteyen durabiliyo böylece. neyse bunlar otostopun detayları. ben asıl konuya döneyim, bi tane adam. yaşlıcana böyle elli civarında, fazlası var eksiği yok. kulaklık var bende, bir an önce gitmek istiyorum onun telaşı bi de. kimseyle konuşasım yok kısacası. bu adam ortalama üç dakikada bir bana birşeyler sordu. ama çekinerek, değişik bir hale bürünüyodu. yani muhabbete girmek istiyo fakat ben izin vermiyorum, sorduğu herşeye kısa kısa cevap veriyorum sonra tekrar kulaklıkları takıyorum, neyse böyle böyle bi yarım saat geçirdik beyamcayla. dialogların terapikliği on üzerinden dokuz alır yani o derece.

-yav böyle gidiliyo mu ben ilk defa şahit oluyorum.
-gidiliyo dayı neden gidilmesin, biz bayaadır böyle gidip geliyoruz. (gayet laçka bu tavra dikkatinizi çekiyorum nedenini birazdan hepimiz anlıycaz)
-hmmm (demeye kalmadan ben dönüyorum, bitti muhabbet)
.
.
.
-hangi bölüm okuyosun?
-kimya mühendisliği dayı.
-iş var mı peki, ne yapıcan, geniş mi?
-geniş dayı geniş, sektör geniş, herbişeyde var kimya.
-e bide akademisyen mi ne diyolar ondan oluyolar, sen de olsana?
-o işler karışık dayı.
.
.
.
neyse.balıklıova dolmuşu geldi (orada da anılarımız var, güzel yer). ayakta başka bi adam para topluyo, ben uzattım o az önceki dayı benden al arkadaşınkini dedi, ben gerek yok sağolun dedim ve parayı uzatım direk kulaklığı taktım, e tabi biraz önceden antremanlı dayı ben kulaklığı takınca uğraşmanın anlamsız olduğunu anladı ve kendi para üstünü koydu cebine. üstü başı da düzgün birisi yani nasıl diyim, temiz bi adam. yüzü de öyle, ama nedense benim o gün öyle olasım tuttu, uğraşmak istemedim. neyse bi koltuk boşaldı, lise kıyafetli bi kız oturuyo yanı boş, ben bizimkine dedim siz geçin oturun diye, tamam dedi neyse tam oturacak, o liseli kız merhaba hocam dedi. ben yıkıldım.. tabi içim içimi yiyo, ulan adam öğretmenmiş tüh saygısızlık ettik diye. okula varana kadar nasıl yedim kendimi anlatamam. ama insanlık olgusunu bir kez daha gördüm dolmuştan inmeden. o bizim biraz önce yerinde otururken kendinden emin, temiz saf öğretmen dayının boynu böyle öne doğru bükülmüş, ağzı hafif açık uyuyor. kız da dışarıyı falan izliyo. hocası yanında uyukluyo. ben rahatlıyorum. kusura bakmayın hocam hepimiz insanız :)

Aralık 07, 2010

madam curie





hava buz gibi. ve ben çamaşır asıyorum; elim üşüdükçe yardımıma madam geliyor. elim üşüyor, madam geliyor; elim üşüyor, madam geliyor, triplere giriyoruz o an, sev beni elin ısınsın der gibi sürtünüyor. beni düşünüyor kıyamam. ah be madam, sen de olmasan..

Aralık 06, 2010

la barba, 05.12.2010 @ radiohightech

#.song name - presenter/creator


1.Subway In - ManMachineMan
2.Ethos - The big sleep in search of hades
3.Welcome - Denali
4.Sin - Where Shall I Turn (K&D Session) - Kruder & Dorfmeister
5.Manon - Erik Truffaz
6.Forgive Me Part 1 - Glen Porter
7.Litanie - Peau
8.Just Another Alien - Costanza
9.Paranoia - Elsiane
10.To Catch A Thief - Lovage
11.Lira - Inga Liljeström
12.White Gold - Metric
13.Heaven Is Inside You - Chris Corner
14.Cold Facts - Ampop
15.Glory Box - Portishead
16.The Architekt - Arms And Sleepers
17.Greenland - Emancipator
18.Five In The Morning - Art Bleek
19.Joe Si Ha - Tosca
20.Me But Perfect (7.48am) - Engine7
21.Luna - Casker
22.Valentine - Martina Topley-Bird
23.Draw My Life - Fauxliage
24.Rabbit In Your Headlights - Unkle
25.Discern/Define - The Poets of Rhythm
26.Drake - Beth Gibbons & Rustin Man
27.Winter Sleep - Piana
28.Bela Lugosi's Dead (Bauhaus) - Nouvelle Vague
29.Predetermined - Azoora
30.Subway Out - ManMachineMan

Aralık 05, 2010

la barba, 22.11.2010 @ radiohightech

#.song name - presenter/creator


1.Subway In - ManMachineMan
2.Building Steam With A Grain Of Salt - DJ Shadow
3.Alone in Kyoto - Air
4.Ancient Note - Piana
5.Strangers - Portishead
6.Razor Tongue - Martina Topley-Bird
7.Prosaic - Elsiane
8.Deadly Species - Alif Tree
9.How Do You Feel - Vanessa Daou
10.Girl Talk - Chris Corner
11.Cooney vs. Munly - Jay Munly
12.Things - Adam & Alma
13.Room Seven And A Half - Dot Allison
14.Winter Tales (Ft. Virag) - Minus 8
15.October Daze feat. Tina Grace - Nitin Sawhney
16.Promises - Costanza
17.Eyes(to forget) - The big sleep in search of hades
18.The People - Metric
19.Cariad feat Guy Garvey - J-Walk
20.Gabriel (Acoustic) - Lou Rhodes
21.Predetermined - Azoora
22.Matador - Arms And Sleepers
23.Sensuelle - Peau
24.Greenland - Emancipator
25.Made for Market - Ampop
26.Do Something - Denali
27.Today Has Been Okay - Emiliana Torrini
28.Poeme de Baudelaire - Damien Saez
29.I'll Melt With You - Nouvelle Vague
30.Subway Out - ManMachineMan

havalar soğuyor mahsun.

Kasım 30, 2010

terapik dialoglar #8

- evet sayın seyirciler, bu akşamki büyük maçta; james bond, covalent bond'a karşı dövüşüyor!
-wuuhhaaa(hep bir ağızdan).

biomateryalizm




tam da şuan hayatımda biomateryaller dışında hiç bir şeyin değişimini önemsemiyorum, resmen biomateryalist oldum!

Kasım 29, 2010

terapik dialoglar #7




-lan o kim? noluyo ?
-korkma abi benim, ruhun.
-lan.. lan sen yoksa yine mi mekanlara gittin? nerdesin sen? kaç defa diyicem olum sana ben daha ya yapma diye.
-abi bi dinlemiyosun ki bee abi bi dinlemiyosun ki hiç beni.hep kendin konuşuyosun...
-tamam hadi gir içeri sinirlerimi zıplatma. yürü.

.
.
.

-yalnız ortam fenaydı ha.
-harbimi lan?
-fena, sorma. sen naaptın?
-hiiç. aynı öyle işte.
-bi defa da değişsin zaten dişimi kırıcam.
-ne biçim bi ruh oldun olum sen böyle ya. ah bee.
-niye lan ne var yine?
-yok bişey tamam hadi başlama yine. geç oldu uyuyicam.

terapik dialoglar #6



-anladın?
-ı-hı..

terapik dialoglar #5

terapik dialoglar #4

terapik dialoglar #3

-dinleyin. şşş. "yarın başımın belası termodinakmik dersim var sabahtan, ve kitap şuan laptopun altında". bu neyin göstergesidir?
a) zaman geçtikçe tükenmiyor acılar
b)her gölge kendisi kadar cennetin altındadır
c)altından değerli olan şey bilincimizdir
d)takıntılar yaşandıkça çoğalır,yalnızlaşır

- be!
-yok lan de olcak
-bence de de.
-neyi diyim olum?
-yok o manada değil be olum,cevap de. şık
-hee tamam.


.
.
.
-olm be ya bence!

Kasım 28, 2010

corner ~183~




bişey anlatıcam sana.

nerden baksan bi yirmi yirmibeş metrekare bi dükkan düşün. bi o kadar da arkası desek, eder elli fakat tek başına olunduğundan pek arka tarafta vakit geçirilemiyor, yani tüm olay çoğunlukla on metrekare en fazla da otuz kırk metrekarade oluyor. sahne gibi düşün. ama ben buna yaşam diyorum çünkü o babam. nam-ı diğer alibaba. mesleği icra etmek zor olunca bir çok öge var tabii anlatılabilecek o anlarla, o durumlarla alakalı. neticede çeyrek yüzyıllık bir hayat harcanmış bu uğurda. ya da hayat çeyrek yüzyılını harcamış babamın. hesabı herkes kendince yapabilir. ali baba naiftir çünkü. o ve dükkan için şöyle köşe bi yerde olması zannımca bir çok şeyi değiştirebilirdi. bu durum için çok da uzakta değiliz ama şartlar değişik. şu an ki yerinin bir yanı giyim mağazası mesela, ve köşede, sonra biz sonra bizim diğer yanımızda da bi banka var. neyse. yıllardır bana sorulan bir soru da var, baba mesleği? ve hep serbest cevabı mevcut benim doldurmam gereken kısımlarda. köşe'nin anlam bulduğu bir mesleği yapıyor benim babam diye de yazamıyorum tabi hiç bi yere. hem serbest değil ki babam, tam tersi oraya bağlı. ama seviyor. daha doğrusu yaptığı işe saygı duyuyor, küçümsemiyor mesela asla; prensiplerini, sanki meslek bilincini diri tutmayı kendisiymiş gibi sahiplendiğinden dolayı fena düzeyde yaşatan birisi. dahası yalnız bir insan. herkesin olduğundan biraz daha fazla ama bu. fakat neticede herkes yalnızdır.
yalnız şu da var, son gittiğimde köşe içinde köşelik bi durum oldu ve bu beni düşündürmekte epey. hani telefonun yanında kağıtlar olur, üzerini karalarsın falan, dükkanda o işi gören kağıdın köşesinde benim telefonum yazıyodu, alibaba not almış. kolayca bulabilsin diye köşeye oturtmuş beni. e ne de olsa oğluyum di mi. yalnızım da. benziyoruz baba.

yalnız bu anlattıklarım yalnızlıkla alakalı değil. büyüyorum giderek ve yeni durumlarda buluyorum kendimi. çoğu zorluyo da. tahmin ettiğimden apayrı bir yerde olduğumdan gelecek tahmini de yapmıyorum artık. köşelik bi durum. bunlar hep oluyo ama görülmeyecek gibi de olmuyo ki bazen görünce anlıyo insan zınk diye. anlıyosun. düşünüyosun. işte bunlar zamanın geçtiğine şahitlik ediyolar. beni delirtiyorlar. susmuyolar hiç. neyse..sen bişey diyodun?

yirmisekiz aralık 1936




"Düşünmekten başka yapacak hiçbir şeyi olmadığı bir hapishane hücresinden bile gerçek olanı görebilir insan. Buradaki arkadaşları sadece toplumun posalarıdır. Yapacağı iş de bir duvara bakmak,bir ses duymak, havayı solumak olacaktır. Herhangi bir inan (her insan kendisini böyle bir yerde bulabileceğine ve başka biri de olsa burada her zaman bir insan olacağına göre), hayatın temeline inip onu gerçek bir içtenlikle inceleyebilir. Yaşamak bu sonsuz gerçekliğe sadece çeşitli süsler eklemekten başka bir şey değildir.

Böylece yaptığı her şeyin vakit geçirmeye yarayan bir eğlence olduğunu anlar insan. Bu yüzden, içerdeki adam, eğer çıkarsa, dünyadan elini eteğini çekerek yaşamaya, en hoşuna giden oyalayıcı bir uğraşla bundan en çok tat alabileceği bir biçimde vakit geçirmeye karar verir, bütün mahpusların verdikleri karardır bu.

Bundan şu anlaşılıyor: gerçeklik insanın şu ya da bu şekilde içinde bir bitki gibi yaşadığı ve yaşayacağı bir zindandır. Bunun dışındaki her şey - düşünce, eylem - sadece düşünsel ya da fiziksel bir oyalanmadır.Öyleyse önemli olan, bu gerçeklikle yüz yüze gelebilmektir. Bundan ötesi önemsizdir. Bir zamanlar olduğun gibi yalnızsan, yüksek sesle düşünerek oyalanmanın keyfini bile süremezsin, sadece bir ağaç gibi yaşamanın dışında bir şey yapamazsın. (Bir daha söylüyorum) dram burada işte: yüksek sesle düşünmekten kaçın; hayata bir oyalanma gözüyle bakmaktan vazgeç, bunun ötesindeki her şeyin acısını çek sessizce; ve gerçekliğe karşı öfkelenerek yücel. Herkesten kopup ayrılmak her insanın elinde olan bir şeydir."

C.Pavese

hmm

terapik dialoglar #2

-abi dur daha gece uzun:) belli mi olur şansın var haala
-dooru diyosun..

saatler sonra.....

-abi dur daha gece uzun :) :/
-lan?!

Kasım 27, 2010

arada olur öyle #1




hafif sisli bir hava var. rüzgar da kendini hissettiriyor baya baya, aylardan kasım tabii soğuk. ama nasıl güzel bir histir bu; her tarafın istanbul dolu. vapurdayım, kabataş'tan üsküdar'a gidiyorum, yüklüyüm, yorgunum. kendikendime erol taş'ın ses tonuyla sordum; biraz efendilik edelim mi, gerçi kaftanımız yok sultan değiliz ama olsun istanbul her şehrin anasıdır, duyar bizi de, diye. geçtim teknenin üst katında gidilebilecek en uç yerine. istanbul benim.. sağ tarafımda kız kulesi, daha gerimde topkapı, gülhane ve galata civarları, hemen solumda da boğaziçi köprüsü ve beşiktaş, ortaköy camii civarları. karşım üsküdar, ve sis var. böyle bir his, tarifsiz beliriyor içinde. çok zor tarifi. hele bir de istanbul'u özlemişseniz, o her mevsim güzel gelir kişiye. arada oluyor öyle.

Kasım 26, 2010

terapik dialoglar #1

-bana ders aldığın herhangi bi sınıfı söyle sana kim olduğunu söyliyeyim?
-peki...hmm...çılgınlar. çok tehlikeliler öncelikle. neden? çünkü hırsları uğruna kendini bu kadar görmezden gelebilen biri dünyada herşeyi yapabilir. biri eline bir ip almış ordan oraya süzülürken, bunlar da peşinde dönen kediler, sisteme sadakat o biçim. hem gruplaşma eşey bölünmeden bile daha hızlı. sonra da bir araya toparlanan yağ damlacıkları gibi üste çıkmak, kendini üstte sanmanın verdiği o gülünesi gururu göstermek ise marifet derecesinde. daha fazla anlatamiycam..ben izlemeyi yeğliyorum.
-direk kaçış hacı.
-aynen

:/

gece gece.

._.



Kasım 24, 2010

saate aldırmayan adam

neyin kafasındasın jimi? çık o tripten, saat geç oldu. git uyu.

yirmidört kasım

öğretmenler günü. ne güzel.
başka bir meslek için özel bir gün olmayışı öğretmenler gününün diğer günlerden daha zengin, burnu onlardan havada,ya da mafya olduğunu veya kayrıldığını göstermiyor. hani özel bi gün olma şansını bulması da zaten güzelliğinden ve özelliğinden geliyor, lekelemiyor, yakışıyor. ne güzel.

Kasım 21, 2010

hava kararmadan önceki anlar.




yurttan fena halde sıkılmışım. kafamı arka camdan bir dakikalığına çıkardığımda bunu anladım. daha doğrusu hatırladım. arkada iki tekeri ve büyükcene sepeti olan bir bisiklet düşünün, hı işte onu bi teyze sürüyodu, derken arkasında bir sarı kedi belirdi, kuyruğu dik ve koşan bir kedi. onun arkasından da bizim herzamanki kahverengi köpek. ama teyzenin ondan haberi yok, bense bütün bu tabloyu karşıdan izleyen kişiyim. bir de şu var; içeriye sığmayıp dışarı baktığında görebileceğin tüm görüntüde sadece eğitim temalarını görmek. onca yıl nasıl dayandım bilmiyorum yurda,aslında beni bana sıkıştıran bu neden varken.ev iyidir.

Kasım 09, 2010

koku

geçen gün kütüphanedeyim, okulun kütüphanesi, iş icabı. ablam aradı konuşuyoruz, bir ileri bir geri yürü, o günden, sağdan soldan muhabbet derken bi anda sustum. ablam anlamadı tabi, noldu dedi, bişey yok dedim. halbuki vardı. o dakikadan sonra ne konuştum telefonda hatırlamıyorum. gördüğüm görüntü beni yıllar öncesine götürüp zınk diye yine o yaşadığım ana getiren birşey, iki saniyede. yutkundum. envanter dolabıyla camın arasında bir serçe, ölmüş, bayadır da ordaymış, tüylerden vs anlaşılıyodu, yani içimde öyle bi his oluştu. nasıl girdi, ne yaptı bilmiyorum ama çıkmak için çaba harcamış, belli. yutkundum. ne yapmalı? orta bahçenin anahtarını aldım dolaptan, bi tane de tornavida bulabildim en uygun toprağı kazabilmek için, küçük bi çukur kazdım, geri gelip dolabı kenara çekip aldım kuşu bi kağıdın üstüne. o an bi koku. yutkundum. gözlerine baktım kuşun, yoklar. yine gittim geldim yedi yıl önceye. tuttum kendimi. ölüm bi yerden, kokusu diğer taraftan sarıldı beynime, tuttum kendimi. bahçeye götürüp usulca koydum el yordamı mezarına. gecikmiş bi eylemdi benimkisi belki ama yapacak bişey yok. dua da bilmem, çalışan diğer arkadaşa dedim, bi dua oku, ne okuyim dedi, ne olacak, fatiha. anlamadı beni, nasıl yani dedi. nasılı varmı işte napıcaksın oku dedim, şaka yapıyorum zannetti gülmeye başladı, gülme dedim, oku hadi. baktım hala gülüyor, içinden oku dedim,okudu, ben sustum.kapattım üstünü. kusura bakma dedim, elimden bu kadar geldi, duyduğunu düşünerek.

peki neden beni alıp geri getirdi ki o ilk gördüğüm an. nedeni belli, ölüm denince her defasında olduğu gibi yine aynı yere, aynı zamana döndüm.

lisedeyim. kızıl saçlı bi kız var benden üst dönemden. hafif dalgalı saçları, uzun omuzlardan aşağı doğru. nasıl güzel.adı gibi, serap. bir ay sonra bitecek okulu. aşığım. yani aşk öyle bişey olsa gerek. heyecanlanıyorum onu görünce. duramıyorum. değişik bir his, ilk defa öyleyim. bana bakışı, gülüşü hala aklımda. defterinden ufak bi kağıt koparıp numarasını yazmıştı koridorun açık sarı pis duvarında. hala duruyo o ufak kağıt, kırmızı pilot kalemle yazılı onbir tane rakam. o zaman o kadar çok şey ifade ediyodu ki o rakamlar,bilirsiniz, şimdi ise acı. neyse, zamanı geldi bitti okul. bitmesin istiyorum, hergün geleyim okula, sorayım geldi mi diye, ya da sabahları sıradayken parmak uçlarımın üstüne kalkıp görmeye çalışayım onu üst sınıfların sırasından.. bitti okul tabiki, yaz oldu. ben çalışıyorum annemin çalıştığı işyerinde, önümde bi pota, içinde kalaydı sanırım, bi metal. kablo ucu lehimliyorum günde bilmem kaç bin tane. arada mesajı geliyo, uçuyorum sevinçten, elim ayağıma karışıyo, yaşar ustanın, demir abinin, deli şenolun hiç bişeyden haberi yok. o da sevinçli, yurt dışından ablası ve hiç görmediği iki yeğeni gelicekler bir hafta içinde. ben ondan mutluyum ama, haberi yok. keşke olsaydı. aynı hafta içinde yeğenleriyle oynadığı oyunlar, ablasıyla hasret gidermeler bi kaç şey daha var bilebildiğim, bi de çok samimi olduğu bi kız arkadaşı vardı aynı sınıftan, melda, şilede yazlıkları olan kız. melda da mutlu çünki serap ve bir kaç arkadaşı daha yazlığa gidicekler kafa dağıtmaya, eğlenmeye. serapın babasını ikna etmişler falan. gayet güzel sevinçliler, içlerinden bi tek serap biliyo ama beni, sanayi sitesini, sürekli açık yangın merdiveninin dibindeki bilmemkaçyüz derecelik lehim potasını, sabah sekiz akşam altı iş ve her öğlen at yarışı oynamaya giden mustafa abileri, para biriktirebilmek için evinden kilometrelerce yürüyerek işe gelen şenol-birol kardeşleri. belki de onu sevdiğimi. ertesi hafta yaşar usta da diğerleri gibi farkedemedi yüzümdeki gerginliği, hatta annem bile. ama kaç gün olmuştu seraptan ses yok, telefonu kapalı hep. yoksa. yok canım başka bişey vardır, telefonunu kapamış yıllar sonra ilk kez gördüğü ablasıyla yeğenleriyle zaman geçiriyodur. di mi. keşke. bi arkadaş aradı sonra beni, serap boğulmuş abi şile'de dedi. kapadı. yutkundum. kablolar elimden düştü. deli şenol bana baktı, bi gözü bazen takılır ayrı bi yöne bakardı diğerinden, kafasını eğip devam etti sonra kablo lehimlemeye. içimdeki şey önümde duran bilmemkaç derecelik lehim potasından daha sıcak, kaynardan öte, yangın merdiveni artık sıcaklamalarıma çare olamayacak kadar aciz , gereksiz, yaşar usta telaşlı iş yetişmiyecek diye, patron murat abi gergin, yerler pis. içim kırgın. gidemedim cenazesine..dayanamazdım.. hala daha kızgınım ama kime neye bilmiyorum. sanırım hayata çünkü zamansız ve pis bi şekilde aldı ilk sevgimi, kırdı..
birisi aşk dediğinde ve ölümü kokladığımda ilk serap gelir aklıma o yüzden, son gününde gelemedim ama kusura bakma elimden bu kadarı geldi derim, duyduğunu düşünerek.

Kasım 07, 2010

ayrılık

bir günü daha bitiriyorum. geriye kalan üç adet boş cam şişe, binlerce düşünce ve yalnızlık.

gördüklerim.

hangi boş duvara veyahut yalnız ağaca baksam kendimi görüyorum. duruyorum. bişeyler sorayım bari içi rahatlasın diyerekten mevzuya ufaktan gireyim istiyorum ama kendi kendimin yüzüne bakmıyorum, o yüzden sormaya cesaret edemiyorum. ikisini de ben mi yapıyorum, ben ikisi de değil miyim, biri bensem diğeri kim diyorum, ve susuyorum. napim.

anladım evet...

otostop öğrencinin kaderidir. tabii ki bulunduğu yer ve ortama göre değişir yani her gün otostop çeken de vardır, hayatında hiç otostop çekmemiş de. ama öyledir.
geçen eve dönüyorum, otostop. durdu. neyse. hiç hoşlanmadığım bir insan tipi, yani konuşurken benim söylediklerime anlıyorum, hıhı diyen insanlara karşı inanılmaz bi antipati oluşuyo o an bende. böyle kapıyı bi anda açıp atlayayım istiyorum o arabadan. ulan evet de, tabii yahu öyle de bişey de, ama o ses tonuyla anlıyorum deme. ya da diyeceksen o poz haliyle, o egoyla deme, sade, kendin gibi de arkadaş. bindiğine de pişman etme adamı, onbeş dakikalık yolu zehir etme bana. sevmiyorum çünkü bindikten sonra ağzını açmayıp inerken ben ineyim burda demeyi. konuşalım, zaman da yol da geçsin. di mi ama. anlıyosun di mi?
ben burda ineyim.

Kasım 04, 2010

hocam oldu mu şimdi..


temizlik yaptım bugün biraz, birazdan kastım aslında bayaa bildiğin baştan sona temizledim evi,neyse, en son lavabo aynasına geldi sıra, gazete kağıdıyla sildin miydi cam ayna ışıl ışıl hepimiz biliyoruz bunu, her zamanki gibi sehpanın alt gözündeki (iki gözlü sepha mı olur demeyin, hatta buna göz demek ne kadar doğru bilemedim şimdi ama bizimkinin alt tarafında bi sehpa daha var diyelim, bulamadım doğru kelimeyi) gazetelere gitti elim, o da ne, tam sayfa bi reklam, "anneler, anneanneler, dedeler..." diye başlıyo, neymiş, çocuğumuzun yeteneğini keşfedicekmişiz bu kitapla (emeğe saygım var şimdi o konu ayrı, bişe demiyorum) ama hani babalar? bir erkek olarak alındım doğrusu, yani yarın öbür gün baba olsam kendi öz çocuğumun yeteneğini keşfedemeyecek miyim? soruyorum burdan..
hocaya kızdım gibi oldu şimdi biliyorum ama kızacak kimseyi bulamayışımdan bu, yani reklamı hazırlayanı bilsem eyvallah da, muhattap alınacak bi kendisi var napim. tabi bu eksiklik bir çok soru da getiriyo insanın aklına; acaba babalarına kızgınlar mı ki sayın hocam ve reklamı hazırlayanlar, ondan mı "babalar" kelimesini koymadılar, ya da oraya şimdi koskoca "babalar" sözcüğü koyacaz ama cıkk olmadı kesin bi kaç hınzır başka yere çeker bu lafı, eğlenirler bizimle mi dediler de son anda çıkardılar o kelimeyi, ya da ne bileyim sığmayacak gibi de değil ki, tam sayfa reklam, yer kazanalım desinler, maddi olsa sıkıntı,bi kelime kaç para olabilir ki, hocam bir kelime çıkacak hangisi olsun? babaları çıkaralım en iyisi mi dediler artık bilemiyorum. neyse, alındım he. canım sıkıldı.

Kasım 01, 2010

dil sürçmesi

geçen zeki müren takıldı dilime, dilim sürçtü fena enteresan bi cümle çıktı ortaya; üşüdüm sırtımı öpsene anne!

sitem ; bel

yıllardır bel ağrımdan şikayetçiyim evet. geçtiğim cumartesi de yine belim yüzümden az kalsın nezareti görüyoduk, ucuz yırttık. bi hareketime bakardı halbuki. konakta yürüyorum, biri omzuma dokundu, kulakluk falan var pek bakmıyorum zaten sağıma soluma, yolumdayım. döndüm baktım, yavaştan açılan bi cüzdan ve değişik bi kimlik, polis. sivil tabi. belindeki ne dedi? valla ağrıyo yine bu aralar dicektim ama hiiç, ne ki? demekle yetindim. kenara çekildik usulca, yokladı falan. bişe yok tabi, iyi günler size de iyi günler, dağıldık. allam. en sevmediğim şeydir bu yoklamalar. yıllar önce bi firmada çalışıyorum, mağaza mağaza gezer sipariş alırdım falan, bigün tam çıkıcam bi mağazadan diğerine yetişmem gerek, pat diye mağaza müdürü çevirdi, üstünü ariycam dedi, e araa dedim ne diyim ki şimdi. ööyle mağazanın ortasnda baktı falan. hoş değil bunlar. neticede benim de bi haysiyetim var di mi?! milyontane yer var mağazada müsterilerin bilmediği, çağır ya da odana, geleyim ne diyosan de. umrumda değil aslında toplum içinde pek de etkilemez beni yani kızarıp bozarmam, ama hoşlanmıyorum işte arkadaş. yapmayın, nolur.

sitem ; cell

enteresan bi başlık oldu tabi. uyumadım hiç, nedeni de birkaç saat sonra yapacağım stem cells sunumu ve raporu. türkçe enteresan bi dil işte. nereye çekersen. hoş oldu ama, ya da farketmiyo zaten saat sabahın altısı. di mi ?

Ekim 20, 2010

sitem ; .........

beyin ölümü ne garip bir sözcük dizisidir ya. bir tamlama bu kadar mı hissiz olur. bu kadar mı ölüm kokar fakat ölüm olmaz. tüylerim diken diken.

ey ahali.duyduk duymadık demeyin.

bazen gölgenin ardındaki nedir diyorum kendi kendime. sorduğum sık sorulardan biridir bu bu aralar.aslında kendimi bulabilmem gerek daha doğrusu çok da zorlanmadan ulaşmam gerek köşe taşlarına, fakat yine benden olan, içlerimden birşey buna engel oluyomuş gibi geliyor. bunun peşi sıra da zaten onu bulduğum zaman tüm geride kalanları bulmuş olacaksın diyor üçüncü ses. işte böyle bir sahne oynuyorum tam da şu an. ee canlı yayında olduğumuza göre yanlışlarımızı kesip montajlayamıyoruz da, affedin yanlışlar için. ama kaçan herşey ve tüm kırgınlıklar için üzüldüğümü de bilin.
dedi kral. hangi kral mı? çıplak kral tabii ki.

çok yağmur yağdı burada dün.

yağmur yağıyor herkese günahları kadar
niye bana daha fazla yağıyor her akşam yağmurlar
hamurdan çamurdan küçücük insanlar
kesin artık ağlamayı
ıslandım yeteri kadar ..

Eylül 30, 2010

sitem ; sana..

yüzün hep iyi kalsın bende nolur öyle bakma olur mu?

sitem ; samanyolu

bazen sadece boşluğu düşünüyorum. ne bileyim şu atmosferi geçsem de yerçekimsiz ortamda asılı kalsam, ne yöne gideceğime gezegenler karar verse ben değil, uf olaya bak. ya artık aslına bakarsanız şuan yaşadığımız hayata daha uygun şeyler düşüneyim isteyeyeyim istiyorum, evet ben de istiyorum ama olmuyo. bak mesela iki insan hayatlarını ayırsa da birbirlerini ne kadar ayırabilirler ki? ya da ne gerek var temelli o insanı silmeye, görmemeye. anlamıyorum. ne zaman öyle insanlar olucak onu da biliyorum. bilmek de istemiyorum aslına bakarsanız, hiç bişey istemiyorum. şu an şu şekilde yaşlanayım en azından kemiklerim ağrıyo şööyle sırtımdan aşşağa doğru bi ağrı iniyo deyip herşeyden sıyrılayım istiyorum. ya susun ya da konuşun. boşluk derken nerelere geldik. aslında neden dünyada doğdum ki, başka bi gezegende de oranın yeryüzüne gelebilirdim. ne değişik olurde bee. kimse yok bugüne dair. düşüneyim az. yine gel. hoşçakal, boşta değil.

sitem ; kendime..

hiç bir şey konuşmak istemiyorum. anlatmak da istemiyorum. konuşmayacağım işte. artık üzerime gelmeyin. n'olur.

sitem ; anlamayana

efendim içimi dökeyim dedim verdiği cevaba bakın hele densizin;
soru şu: gerçekten mutlu musunuz?

"Daha iyi olabilirdi. Genel olarak olmasını istediğiniz gibi bir hayatınız var ve idare ettiğini düşünüyorsunuz. Ancak ara sıra “daha iyi olabilirdi” demekten de kendinizi alamıyorsunuz. Belki size daha fazla destek olabilecek arkadaşlara ihtiyacınız var ya da kendinizi daha iyi ifade edebileceğiniz bir işe. Hayatınızda birşeyler eksik ve onu bulduğunuz an gerçek mutluluğu da bulmuş olacaksınız."

ne bu şimdi gece gece. ben bilmiyo muyum eksik birşeylerin olduğunu ve onları bulmam gerektiğini. hem üstüme gelmeye ne hakkın var ki. bu yüzden de sevmiyorum işte sanallığı, kırıcı oluyolar. neyse. biraz müzik sakinleştirir beni. şimdilik hoşçakalın.

sitem ; kadere

birinci oldum hala şaşkınım. nasıl oldu diye sormayın lütfen, deneyin.

sitem ; anlayana




böyle uzansam, kafam güzel, gökyüzüne bakıp hayal kurarken her kıvrımdan geçtiğimde birinizi hatırlasam, gülsem, el sallasam ne bilim yada kuvvetle muhtemel olacağı gibi sussam, sadece zihnimden konuşsam ve davransam, hoş olur. hayal kuruyorum. o halde.

Eylül 28, 2010

sitem ; dil






efendim dil deyince rolling stones'un meşhur dili aklına gelenler için hemen söyleyeyim birazdan aşağıda okuyacaklarınız ilk anlamıyla akla gelen sitemdir. rolling stones ile alakası yoktur, dilerseniz bu satırdan sonra okumayabilirsiniz ve lütfen yirmidört saat içinde beyninizden siliniz.

dil bizim kanayan yaramız. halbuki bizi birleştiren olması gerekirdi, ayıran değil. ya da tam istenilen gibi oldu ve böldü. babilin dil kulesi, inkalardan evvel güney amerikada bir mağaradaki yedi tünel ve yedi farklı dil konuşan ejderhalar ya da her neyse, senaryolar iyiydi, seti de nazar değmesin çok iyi oynuyoruz. bir gün gelip de yahu ben neden böyle yaşadım ki, bu benim tek yaşam hakkımdı onda da nefretten başka bir şey yok! diyecekmisiniz merak ediyorum. deyin. dolmuşta arapça konuşan ama kürtçe konuştuğu sanılan muğlalı çocuk bıçaklanır, ahmet kaya dinliyor diye bir diğeri yargılanır. zorla kapattırılır kendince haklı sebeplerle. neymiş o bu ülkeyi seviyomuş, 19undaymış, bu ülke onunmuş, ee iyi de kardeş onların suçu ne? yavuz selim bitiremedi de sen mi şimdi temizliyicen topraklarını. hem kimden, neyden? dahası niye? dünya da bilmem kaçyüz dil var, onlardan birkaçını konuşuyoruz işte şu çevrelenmiş topraklarda. hem ingilizce eğitimi olan bir okulda 19luk üniversite genci olarak kürtçeyi nası yadırgarsın anlamış da değilim. ya da annesi arapçadan başka dil bilmediğinden onunla konuşurken arapça konuşmak zorunda olan muğlalı ne yaptı sana? hiç düşündün mü? sen sen ol büyü boşver bunları. ben sadece o an diyemediklerimi dedim varsay. konuşasım yok bayadır.

Eylül 21, 2010

sabah sabah




- bi baksana kardeş, buradan şu boylarda bi zaman geçti mi?
gördün mü?
-valla şimdi aşşağıya doğru hızla biri geçti buradan ama bilmem ki anlamadım neyin geçtiğini. belki o'dur?
-belki



koca yazı çatır çatır yedin ve ufaktan ufaktan dönüp hissettirmedin ya,ne diyim ki şimdi ben sana. kızsam mı, doğasıdır deyip geçsem mi bilemedim.

şunu anladım ki kalabalık bana göre değil arkadaş. son zamanlarda garipsediğim tek şey ben ve insanlar arasındaki hafif gergin ipin nasıl bu hale geldiğiydi. geriliyorum sanki insanlar etrafımda dalga dalga dalgalandıkça! ama çok da önemsemedim hani. düşündüm geçti. uğraşamam hiç.

iskele cephesinde işler yolunda ;|

soğuklar hafiften kendini hissettiriyo geceleri. aman dikkat edin hasta olmayın sizde. zaten hapşırsak kapıyoruz birbirimizden virüsleri. bi bekle di mi. bi dur, ne bilim tokalaş, sarıl, lokmasını ye, öp, daha bissürü şey. ama daha olamadan aslında olan olmuş oluyo.dikkat.

satürnü gördüm bu gece. ay'a göre ufak kalıyodu tabi ama yarı güneş kadarmış. küçümseyesim geldi ama hemen vazgeçtim.

satürn demişken burçları dört dörtlük bilen birinin çizerek ve yazarak bana anlatmasını istiyorum. ama hani geceleri promosyon kanallarında nostradamusinsan lar olur ya, o tarz değil, daha insancıl olarak olsun bu mümkünse. olmaz mı?


ben bi hava alıp geleyim. güneş doğdu tam izlenmeliktir şimdi.
görüşelim mutlaka.
dinliyoruz.
günaydın

Eylül 13, 2010

wing of a roller.



bu benim kanadım olabilirdi.

artık yeni bir yer belirlemek gerek. yine havalandık insanların topraklarından kendi gökyüzümüze. bakalım bir daha ne zaman yere değecek ayaklarımız. ne zaman hissedeceğiz toprağı.

birini sevince sanki toprağa kök salıyor insan nefsi. onunla yaşıyor. onu görüyor. onu duyuyor. onu duyumluyor.

pek tabi bu arada zaman akıp gidiyo yalnızlığından şikayetçi bir vaziyette ama kimin umrunda ki. ne farkeder ki zaten di mi. geçiyo ulan zaman. uyanın. ya da uyuyun geç oldu zaten. gittim.

geç artık. çok geç.

peki şuan gökyüzüne bakabilir misin?

dinle. duyuyosun değil mi?

Eylül 12, 2010

demiştim ben.


















sessizliğin kendine has bir güzelliği var. ezan okunuyor şu an, saksağan ve serçe sesleri var, alt kattaki ufaklığın konuşmaları duyuluyor; ne hoş. buzdolabının sesi. tuş sesi. yeter.

bugünle birlikte üçüncü defadır kahvaltıda ayva reçelini masaya koyuyorum. canım yemek istemiyor, zaten tatlı çok yiyemem, ama neden inatla hala masaya koyuyorum bilmiyorum. neye dayanarak bunu yapıyorum inanın ben de merak ediyorum.

latin amerika ya da avustralya'da emlakçılık yapıp, buradaki alışkanlıktan dolayı, orada da güney cepheli eve önem veren türk var mıdır acaba? birisinin ona söylemesi gerek; abi yanlışın var -kısa ve net- farklı yarıkürelerin insanıyız.

ulan (alıntıdır. bknz. rt ) başbakan olmak vardı hee şimdi. peh. ne istersen yap. akşama basket maçı var, ara spordan sorumlu devlet bakanını, hatta çağrı yap anlar o zaten (geçen derbide de çağrı yapmıştın anlamıştı), git izle. takıl kafana göre. düşünsenize yaşlı diktatör barışarock'ta sabah yediçeyrekte çiş sırasında :) kimse izin de vermez öyle aralardan da gidemezsin. sabahın körü ama millet cin gibi o bitmeyen sırada, aman altına etme garibim:) ulan ne mizah adam bu be. temel'den sonra her fıkraya gidebilecek bir mizacı var. çok yok böyle insan. değerini bilmek gerek.

an itibariyle evet oyu çıktı. demiştim ben.

şimdi misafirim var gitmem gerek.

hoşçakalın.

bir kaplumbağa gelmiş bayramın üçüncü günü de kutlu olsun demiş.






evet dedi.ama sesi sıkılgan geliyodu. ben duydum.

bayramın üçüncü ve son gününü de bitirdik hepberaber. çoğunuz uyuyosunuz şuan. yarın da referandum var hadi bakalım hayırlısı. ben karışmıyorum yine bu işlere hayırlısı dememden önyargı olmasın aman.. kızanlarınız var tabi ki şuan ulan biz de uğraşmazsak kullanmazsak kim yapacak diye. haklısınız evet ama bana o inancımıı kaybettirdiniz. hepiniz. şimdi nolur demeyin öyle, bozuşmayalım.

bugün yemek yaparken annem aradı. aldım kısık ateşe yemekleri hemen. tam son gelişmeleri değerlendirip tartışırken bir anda dur kız dur yemeğim yandı ocakta hadi sonra ararım ben seni, mujcks. dedim ve kapadım telefonu. dahası mutfağa doğru koştum. olan bizim güzide tencereye oldu. eh be anne. hep zamansız ara zaten, tüm annelerin geninde var mıdır acaba? birileri de bunu araştırsa ya?

bugün sıkıldığımdan artık iki tane bayram şekeri yedim. bi tane de gürcan yedi. üçü daha gitti. bu arada misafirim vardı bugün evet. gürcan işe gitmeden bi uğradı oturduk konuştuk az. iyi geldi.

bari sultan makamı'nı kaldığım yerden bitireyim de öyle uyuyayım. ne güzel diziler vardı be o zamanlar. şimdi olsa izlerim tv ama açmaya bile gerek yok sanki hı? bi düşünseniz ya eski dizileri, filmleri. mutlu oluyo insan.

bugünü pek muhterem 2econd Class Citizen ile bitirelim. biraz da düşünelim.
dinliyoruz.
günaydın.

Eylül 11, 2010

bir kaplumbağa gelmiş bayramın ikinci günü de kutlu olsun demiş.




evet dedi, ben duydum.

bugün de hiç bi velet gelmedi şeker almaya, üç tane falan ben yedim o kadar:) gerisi duruyo mutfakta.inanmazsan gel bak.

son 24 saat içerisinde kurduğum üç tane cümle var. yok dört tane. ilk markete giderken koyunlara söylediğim çok basit bi kelime ; mee. ve karşıdan gelen olumlu cevap; meee. ikincisi ve üçüncüsü merkette kullandığım yeni bir kasa açabilir miyiz? ve kolay gelsin iken dördüncü ve sonuncusunu da biraz önce güneşi doğururken yan bahçemdeki beyaz ata kullandığım günaydın beyaz at cümlesi olarak bugünün kayıtlarına geçirdim. pişman mıyım? hayır neden olayım.sizde.

bayramın ikinci gün filmi yeni bir yapım olan the kung-fu kid oldu. ha olmasa da olur muydu. bence olurdu çünkü ip usta'yı izledikten sonra cidden kid bi film olmuş.

efendim yemeğimizi yedik. kitabımızı okuduk.dizleri açalım diye sağa sola üç beş pedal çevirdik. güzide parkımıza gittik. geldik. sıkıldık. sustuk. düşündük. bişeyleri bulduk. çoğunda eksiğiz hala. ama affola. denedik. söyledik. ama sesimiz çıkmadı. derken bir güne daha başlıyoruz. bir kaç saat uyuyayım erken kalkcam zaten çocuklar gelir belki şeker toplamaya.

bugünü kapatırken hep beraber dinliyoruz;
sylvain chauveau - dialogues avec le vent
günaydın.

Eylül 10, 2010

bir kaplumbağa gelmiş bayramın birinci günü kutlu olsun demiş.



evet. dedi. bayramın birinci gününü yine erken vakitte sızarak geçirdik. öğrenci bütçemi aşıp şeker aldım kilosu 19.95tl olanından çeyrek kilo(cuk) fakat moneycard'ınız varsa 13.95tl oluyo o fiyat ki sırf o yüzden moneycard aldım, hem napayım üç aydır hergün soruyolardı zaten "moneycard?yok muydu?almak ister misiniz?"bilmem ne.ama bir tane velet gelmedi şeker almaya. eh be çocuklar. ama ben başıma gelecekleri bildiğim için en güzelinden aldım şekerlerin, sevdiklerimden, şimdi sıkılmadan yiyorum. en azından azalarak artan bi sıkılma durumu ama olsun napim.

bayramın birinci günü filmi "gemide" oldu. ikinci ve üçüncü günlerde hangi filmler var bilemiyorum ama birkaç tanesini belirledim gibi. hepberaber izleyeceğiz zaten. eskiden ne güzeldi ya öyle şeyler vardı hep dimi. bayramdır yılbaşıdır hep özlenilen filmleri gösterirlerdi. bir keresinde hiç unutmuyorum. ufağız tabi. ananemlere gittik.yılbaşıydı sanırım. nasıl gittik hatırlamıyorum yani akşam üzeriydi onu hatırlıyorum.vardık, ev kocaman geliyo tabi o zaman bize. alışmışız kutu kadar yere, babanemde kalıyoduk sanırım o zamanlar tam hatırlamıyorum. neyse. tam show tv'de kemal sunalın bi filmi başlayacaktı elektrikler kesildi. ne üzülmüştüm o zaman ya ben. ondan sonra hepberaber mum ışığında portakal yedik.

ilk gün etkinliğimizde ise bisikletle iskele turu vardı. gelinkayaya kadar gidilip gelinmesini kapsayan bu tur çok çabuk bitti tabi. yine herzamanki, kazıdayken de arasıra iş çıkışı gidip bi bira içtiğim parka gittim. karşımda beş ada. denizfeneri yeşil yanıp sönüyo. bayramdan dolayı biraz daha hareketli tabi ışıklar yanıyo. babam soruyodu her aradığında içtin mi uşağum biranı diye. içtim baba. iyi geldi yalnız yalnız.

bir de pazenden birşeyler yaptım ama onu söyleyemem. dikiş nakış işleri.görmek isteyen gelir görür. güzel oldu.

bayramın ikinci günüde görüşürüz, hatta şu an dünü anlatmayı bırakıp bugünü yaşamam gerek. bugünki top bir listemizin ilk ve tek sırasında kesmeşeker var. tek kişiyim ben hala.dinliyoruz.

Eylül 09, 2010

nameler, güller




bir kaç saatliğine dünyaya gözlerimi kapatıp bu münhasır günü bitirirken sadece nazeri'ye teşekkür etmek isterim. bu saate kadar sadece o benimle birlikte kalabildi çünkü. hepiniz gittiniz bir vakitten diğerine gezerek. yittiniz.
sızmakla geçen iki gecenin cezasını üçüncü gece çekermiş.
günaydın.

Eylül 08, 2010

havana'da esrarlı bir gece.

hadi ben sırf ses duyayım, odada bi ses olsun, canım sıkılmasın diye kapıyı tamamen kapatmıyorum, 3 saniyedebir kilidi değip çtınnn çıtınn diye ses çıkarıyo da bu insanlar neden kapatmıyolar artık kapılarını bana ki sırf acı çekeyim de bişeyler olsun hayatlarında anlamıyorum? arkadaşım boş olan hayatınızı kendinizle doldurunuz. lütfen beni rahatsız etmeyiniz. asıl özgürlük ve ruhani olan an da o olacaktır zati, kimsenin birbirine değmediği, sırf kendi özün olarak dolaşabileceksin. o halde. ondan sonra görürsün tabiki hurileri, şarap teknelerini, mis gibi havayı.bakınız vaatler büyük, hadin bırakınız beni ve gidiniz. ancak bu kadar kibar olabiliyorum. farketmediniz ama kirli bir yalnızlığı vardır sakinliğin, işte ben oradayım.
dedi ve başını yukarıya doğru çevirdi che.

fidel ise ulan daha der demez de çekmez ki insan belayı üstüne dedi ve ekledi; johnson geldi seni görmek istiyor, gene ne yaptın?

abi beni pisliğine yiyecek bu adamlar sen durma olur mu devam et. korkma bişey yapmayacaklar sana, şimdiden çok yorulduk, yayılmaya başlıyoruz ama bi sen kalıcan gibime geliyor ileride.dedi che ve purosunu yaktı diğer odaya giderken.

içeride johnson bacak bacak üstüne atmış, stresten zaten iyice seyrelmiş saçlarını sürekli alnından geriye doğru düzeltmekteydi en somurtkan haliyle. üzerinde koyu lacivert takım elbisesi vardı ve ne söylemesi gerekiyorsa söyleyip gitmek istiyordu bir an önce. söyledi de.
che sustu. johnson ağladı. fidel tahmin etti. havana küstü. puro söndü. takım elbise terledi. palmiyeler durdu. johnson gitti ve che uyudu.

Eylül 06, 2010

ay bugün yok odaya hapsoldum.napim.gelir ama belki .

bugün yalnızlığımı gezdirdim biraz. sıkılmış o da, izmire gittik, değişik şeyler hissettik yine aynı gün içinde. durduk, dinledik, düşündük, iğrendik, küstük, kızdık en önemlisi kırıldık...rüyalarım çıkıyo yine bu aralar. bi kez de güzel birşey görsem ya. nerdee. ama yinede bak kaç gün oldu rüya görmeyeli acaba, derin uykuya geçecek kadar uyumadım ki rüya göreyim, benimki de soru mu şimdi dimi..herkes uyurken uyanık olmak, düşünmek garip bir his, ve çokça da düşündüğüm bi his.
Bazen gitmek istiyorum, şuanki hayatımı bırakmak yada askıya asıp başka bir hayat yaşamak istiyorum, ama bu sadece düşünce olarak kalsın diye yaptığım bir şey değil. Herşey garip, herkes garip. Ego. Neden ve nasıl sahip olabiliyoruz bir insanın ruhuna bedenine anlayamıyorum. Bu da çokça düşündüğüm ikinci şey. Düşünülesi bir şey. Neden? Çok mu zor acaba yalın bir insan olabilmek, sedece olmak, insan olmaya çalışmak. Neden değişmek ister -burdaki değişim yaşadıklarının sana kattıkları değil tabiki, senin yaşadıklarını egon uğruna değiştirmen- ve neden hoşnutsuzdur insan hep? Bilmiyorum, bilemiyorum.
Yaşadığım kırgınlık kaç oldu ve yaşadığım kırılganlıklar nasıl bu kadar fazlalaştı ki? Benim yüzümden mi acaba? Hayatın kartlarını doğru oynayamadım mı, ya da oynayacak kart mı bulamadım bu yüzden mi böyleyim? Bu yüzden mi her defasında kırılan ben kıran onlar oldu?
Aslında çok da beklentim yok hani hayata dair, yaşama dair. Biraz huzur biraz eğlence ama çokça duygu. Neden bu kadar hissetmek zorundayım ki, ya da neden herşeyin altında bir duygu bulmalıyım? Duygusuz olan şeyler de var hayatta çokça ama benim çemberime girmediğinden olacak hiç göremiyorum ve duyamıyorum. Algım eksik sanırım bu konuda.
Neyse hadi ben bi doğrulayım oturduğum yerden, kal sağlıcakla..

Ağustos 17, 2010

uçan domuz


-->
sürekli düşünen, durmadan çalışan bir beyin, beynin gibi durmadan çalışsa da ondan çok çok daha yavaş yaşlanan zaman öğeleri ( saniye – salise hariç. ), ruh haline göre dinlediğin ve kendini içinde bulduğun tınılar (kaldı ki bunlar da düşündürücü fakat sıcak havalarda ara ara esip az da olsa serinleten rüzgar gibiler), perec, insan kirliliğiyle dolu bir çöp kutusu ( burada çöp kutusu olarak hafıza ve geçmişi aslında bugünü kastediyorum, çünkü insanlar gitse bile izleri kalıyor, kanatıyor namussuz.acıtarak gitme, iz bırakma durumları bilirsiniz. not: dosya büyüklüğü kıstastır.), simgeleşmiş günlük yaşam belirtileri (her günün aynı geçiyorsa yaşamak için ikonların olması büyük kolaylık.), ara sıra farklılık yaratmak için yaptığın bişeyler (akşam onda otostopla şehre inip soğuk, kırmızı ve yalnız iki bira içmek, işten sonra gerçek anlamıyla hiçbir şey yapmamak, okuyamamak, yazamamak.), sıcaklar ve izmir (sabah evden çıkmadan sıcaklığa bakıp siktir çekmek ve yıllar önceden kendine verdiğin bir sözü her defasında hatırlatan listede otuzbeşinci kendinde ise yaş itibariyle son sıradaki kent.), ve bu sıralar zamanımı alan toprak kokulu ve hala neden uçma isteği duyduğunu anlayamadığım uçan domuzlu kent.kapıdan her girdiğimde tekrarlıyorum;