Aralık 23, 2011
arada olur öyle #60
içtimadan sonra bi çay içeyim dedim, bardağımın iç üst tarafında buğudan istanbul silueti oluştu, bakakaldım.
Aralık 11, 2011
Aralık 10, 2011
Aralık 09, 2011
Aralık 08, 2011
her yerde bir kırmızı var. #18
from the small of my back to the inside thigh
bite your lip, pretend you're asleep.
terapik dialoglar #30
-çarşaf var mı?
-yok bulunmuyo.
-nerden bulurum?
-valla şansına abicim bak ileriye doğru.
-tamam anladım.
benim aklım köşeli #33
bilen bilir.
temmuz ortasında bir gün izmir'den istanbul'a yani bugünüme gelirken, urla'dan manisa çıkışına kadar ağladım. nereden baksan iki-üç saat. niye ağladım, neden ağladım bilmiyorum. kırk altı numarada oturup geçtiğim her yeri tekrar beynime kazırken hiçbir şey söylemedim kenime, aktı o göz yaşları. karışmadım da hiç. bir bildiğim varsa o da altı yıl yaşlandığımdı. dokunduğum, sevdiğim, iyi ki var dediğim insanlarla dolu, hayal kırıklığı ve tıkanmışlıklarım, sessiz kalışlarım, kendimce hayatı duyuşlarım.. yaşanmışlık dolu koca altı yıl. ucunda altı yılı var ömrümün dedim kendi kendime. altı koca yıl. şimdi saatleri sayıyorum başka bir yaşam şekli için. ne olduğu belirsiz. muhtemelen yine ağlarım. n'apayım..
algı böyle bir şey evet #16
gidişlerim ardında yalnızlığı getirmese, bir defa da normal bi gidiş olsa mesela. ama olmuyor. anlamıyorum.
Aralık 07, 2011
Aralık 03, 2011
her yerde bir kırmızı var. #17
Aralık 02, 2011
Kasım 30, 2011
Kasım 28, 2011
algı böyle bir şey evet #14
uzun zamandır ikiyüzlülük sayesinde duvara çarpmış gibi hissedip kendime gelmemiştim.
sen çok yaşa. ben artık yokum.
algı böyle bir şey evet #13
bazen sinirli olabiliyorum. bazen de yokum.
birileri hayatımıza müdahale ediyor, gıkımız çıkmıyor hala. kendimize insan diyoruz bir de bunun üstüne. ben asıl buna sinirleniyorum. ama sağolsun geçmişim bana az çok kazık nasıl atılır, bir gecede nasıl değişilir, iki kişi arasında kalınca nedense asıl yerine diğerini seçenlerin sonradan büründüğü o çirkin tavır ve vicdan kirliliği insanda neler uyandırır, bazılarında ikiyüzlülük çoğunda da iki kişilik sahipliği olan bir çevrede yaşama zorundalığı kişiyi nasıl bir açmaza sürükler, ve daha bir sürü şeyi az çok gördüğümden neyse diyebiliyorum hala..
bir de bu kadar geldiğini hissettirip ama bir türlü gelmeyen bir şey daha yaşamadım. sanırım (bu durum bir zamanlar söylenmişti bana orta kahve falında, şimdi anladım) bazen sırf korktuğumdan bulaşmıyorum kimseye. hiçbir şeye.
Kasım 26, 2011
Kasım 24, 2011
terapik dialoglar #28
-sana nedense hep ahmet diyorum her gördüğümde.
-hımm ben hiç duymadım?
-sana hiç söylemedim, ondandır.
benim aklım köşeli #29
sobada kestane kebap-çay ikilisinin yerini kalorifer-pike ikilisi doldurmaya çalışıyor, dikkat.
Kasım 23, 2011
yol çizgileri #19
bi defasında yeni mekaplarımla yürmiüçnisan koşusuna katılmıştım, sondan ikinci oldum ilkokuldayken. unutmuyorum hiç. ah be keşke hergün giyindiğim mekaplarımı giyinseydim demiştim. ama daha dokuz on yaşında yarışın dönüşünü yürüyerek ve diğer sonuncuyla konuşarak geliyor olmak o kadar da kötü birşey değil herzaman. hatta rahatsındır o an.
o gün anladım ki yol da önemli.
kafamın aynı olduğu adamlar #6
gömdüm hepsini geliyorum
insan yaşıyorken özgürdür
yaklaştım iyice geliyorum
her insan biraz ölüdür
biz de birer ölüyüz
ölüler ki bir gün gömülür
içimizdeki ölüler
dışımızdaki ölüler
insan yaşıyorken özgürdür
insan yaşıyorken özgürdür
insan yaşıyorken özgürdür
Kasım 22, 2011
benim aklım köşeli #28
gündüz; dünyayla güneşin yüzleşmesiyse, gece; güneşin dünyaya arkadan sarılıp uyumasıdır.
Kasım 16, 2011
Kasım 13, 2011
algı böyle bir şey evet #11
kimseden hiçbir şey beklemiyorum. belki de bu defa bu yüzden boğazımdaki düğüm. aslında düğüm de kalmadıki sürtüne sürtüne ya neyse.
içimden bir insan geçtiğinde ya da tıkanıp kaldığında nedense hep dönüp kendime bakıyorum. soruyorum, bu defa n'aptım? diye. halbuki her şey güzel. ama güya.
her ne kadar yarı uykulu olsam da, hiç bu kadar güzel olacağını düşünmediğim bir güne uyanırken günaydın deyişimin o tarifsiz acılığının tek nedeni birinin sevi eksikliğidir.
?
bu bir soru işaretidir.
doğru olduğuna inandığımız o şey, o an olması gereken şey değil bence her zaman. sonrası; ya hata ya da keşke.
peh.
kafamın aynı olduğu adamlar #4
aynı dertten muzdarip #16
nasıl beceriyorum bilmiyorum ama yine silinip gidesim var yeryüzünden. yeter artık kendimi anlatma çabam.
tamam sakinim, geçti.
Kasım 11, 2011
benim aklım köşeli #27
çok büyük olmasa da kritik olan birkaç ufak tefek ev işini anneme çaktırmadan halledişim sayesinde en iyi yardımcı çocuk ödülü alabilir miyim acaba? diye düşünürken buldum kendimi.
Kasım 07, 2011
Kasım 05, 2011
terapik dialoglar #27
-abi o sigarayı ne zaman yakıcan?
-birleşmiş milletler kararını bekliyorum! lan olm bi dur tamam yakıcam, alalaa.
Kasım 02, 2011
Ekim 31, 2011
aynı dertten muzdarip #14
ani bi ağlama isteği kadar hiçbişey avuçlarındaki yalnızlığı tamamlayamaz.
algı böyle bir şey evet #8
aylar evvel istanbul'a dönerken az çok nasıl bir hayatın beni beklediğinin farkındaydım. öyle de oldu. o zamanlar n'olur sürpriz yap bana demiştim istanbul'a, şaşırt beni!
bu sen misin?
Ekim 29, 2011
Ekim 28, 2011
Ekim 27, 2011
kafamın aynı olduğu adamlar #2
Ekim 26, 2011
Ekim 25, 2011
Ekim 23, 2011
Ekim 17, 2011
algı böyle bir şey evet #5
ve sonbahar sinsice yaklaşarak peşinde köpek gibi bir yalnızlığı üstüme sürüklüyor yine.
Ekim 14, 2011
algı böyle bir şey evet #4
kendimi herkes gibi hissettiğim zamanlardan biri şu;
"ıvır zıvır bu yeni numaram 05.. ... .. ..
isim soyisim"
merhaba, n'aber? bile yok.
Ekim 12, 2011
Ekim 08, 2011
algı böyle bir şey evet #3
yer: çarşamba pazarı & bulutların üstü
saat: öğleden sonra dört
annemi arıyorum.
pazarın içinde bir öyle bir böyle bakınıyorum, o kadar pis bir şey ki herkese bakma ihtiyacı duyuyorum. çünkü bakmadığım ve geçen o kişi annem olabilir. böyle böyle baya zaman geçirdim pazarda. ve dikkat ettim, kafamı ani olarak çevirip acaba annem mi diye baktığım kadınların hepsi fiziken annem gibilerdi. bir yüzleri değişikmiş gibi say, aynı o. dayanamayıp uzak bir yol kenarında beklemeye başladım, aklıma geldi demek ki algı böyle bir şey.
ama annemi bulamadım. başka bir yerden eve gitmiş. eh anne dedim attın beni bu kafayla insanların içine ya, neyse.
seviyorum annemi.
Ekim 06, 2011
Ekim 05, 2011
yol çizgileri #17
aslında benim mesleğim uzun yol tır şöförlüğü olabilirmiş ya. ne çevrende seni daraltan geniş insanlar var, ne yargılayan bakışlar ne de görünce geçmişe döndüğün köşetaşların.
yol ve sen.
Ekim 04, 2011
Ekim 03, 2011
benim aklım köşeli #22
bazen ne söylediğin değil nasıl söylediğin daha önemli, etkileyici, değiştirici ve gerekli olabilmekte tabi.
aynı dertten muzdarip #11
hayata karşı ilk küskünlüğümüz, yanımızda sandığımız kişileri karşımızda görmemizle başlar.
Ekim 02, 2011
yol çizgileri #16
saat gece dört.
altunizadede bi duraktayım. kıvanç tatlıtuğ, ben bide ismini bilmediğim kıvançın yanındaki yeşil gözlü kız varız. başka kimse yok. eve dönücem gece otobüsünü bekliyorum fakat param da yok. hatta abartıyorum akbilim de yok, kart boş biliyorum. hadi şöförle konuşurum diyorum da ortada otobüste yok.
üşüyorum, bir sağa bir sola volta atıyorum. harita var durakta onu inceliyorum. şuan buradasınız işaretinin haritada kapladığı alana bakıp o çemberin içinde olduğum için teselli ediyorum kendimi, en azından biyerdesin olm bak diye düşünürken bi yandan da ne diyorum ya ben diye kendi kendime atarlanıyorum. kıvanç araya giriyo hemen baba sakin ol diye. kıvançın reklam panosundaki hali biraz büyük tabi ebat olarak, gözüne bakıyorum, cıkk kesin lens bu diyorum böyle mavi olmaz. kıza bakıyorum; güzel hakkaten ne diyim, ama kişiliği nasıl acaba diyorum kendi kendime. hep ben konuşuyorum ama onlar sessiz.
acaba nasıl bitecek bu gecenin heyecanı biraz var bende o an, gerisi yorgunluk ve sıkıntı. ha bide önümden ön kaldırmış vaziyette milisaniyede geçen iki yarış motorunun verdiği ufak bi heyecan var.o da zaten hemen geçiyo, o kadar. üşüyorum, korna çalan taksilere bakmıyorum bile, heyecanlanmasın, müşteri sanmasın beni diye.
bakıyorum ohoo daha 2 dakika geçmiş. ah ulan diyorum, sevgilinin koynundayken anında sabah edersin, şimdi geçmek bilmiyosun be sen ne biçim zamansın. ne pis bişey oldun sen.
kıvançın keyfi yerinde tabi ama ben biraz gerginim. kafasının üstünde koca koca harflerle "çok sev" yazıyo, jean reklamı, tamam pantolon bu sevilir öyle alınır da ne kadar sevebilirsin ki neticede diyerekten yok arkadaş bunlar anlamıyo reklamdan diye bide üste çıkıyorum. bakma lan diyicem, muhabbet uzar diye neyse diyip ben arkamı dönüyorum.
çok sev.
eski sevgi lerimi düşünüyorum. şuan hepsi bi yerdeler. ama hiçbiri gecenin bi vakti bi durakta değil. ve muhtemelen şuan hiç birinin aklına bile gelmiyorum. gelsem bile biliyorum ki onların düşündüğü şekille aramda bayaa fark olmalı. yoksa ne işim var bu durakta benim. olmuyo kıvanç, artık sevemiyorum diyorum. yeşil gözlü kızın meraklı bakışından anlıyorum ne soracağını, daha sormadan ben söylüyorum; tamam sanki buralarda biyerde ama yok işte o çıkmıyo bi türlü karşıma, sanki geçti benden, diyorum.
susuyoruz.
böyle böyle bi saatten fazla bekledim. neticede şöföre param yok dedim, kartım da boş, bişey demedi, geçtim oturdum, yarıuyur vaziyetteki bi grup insan arasında sallana sallana giderken bi baktım yine dalmışım yol çizgilerine. böyle.
bu günü de böyle atlattık.
günaydın.
Ekim 01, 2011
aynı dertten muzdarip #10
insan uzun yıllar tenhada ve de kendiyle kalınca kalabalığa çıkmak bir yerde korkutuyor. izmir istediğin an yalnız kalabilmek açısından güzeldi ama istanbulda mümkün değil bu durum, her yer insan dolu. en tenha dediğin yerde onlarca insan olabiliyor. onlarca insan ve onlarca hayat, muhabbet konusu ve gülmek ve haykırmak demek. ya da hiçbir şey olmasa da varlıkları etkiliyor beni. korkutan şey de bu sanırım.
Eylül 17, 2011
Eylül 11, 2011
arada olur öyle #49
I wait longing for you, baby.
There's no one around me, waiting me.
Cause you know, and I know, enough to understand.
I'm a warm waiting idol, above.
Eylül 07, 2011
Eylül 04, 2011
aynı dertten muzdarip #9
böyle bir cümleyle başlayan yazının geri kalanı merak uyandırıcıdır.
"kardeş sevgiler.
çok büyük eşşeklik ediyorum biliyorum ama.."
Ağustos 21, 2011
benim aklım köşeli #20
türk dil kurumu için laiklik : din ve devlet arasındaki ilişki.
benim için laiklik : dan brown ile osman sınav arasındaki ilişki.
Ağustos 17, 2011
Ağustos 16, 2011
terapik dialoglar #24
-bi sigara versene bana ordan
-tabii, hangisi?
-winston winston
-kısa uzun?
-kısa kısa
-normal light ?
-normal normal
-kutu mu soft mu?
-kutu kutu
...
..
vs
-merhaba, bi kısa winston light alabilir miyim?
-tabii, buyrun.
-teşekkürler kolay gelsin
-sağolun iyi günler.
Ağustos 15, 2011
Ağustos 06, 2011
benim aklım köşeli #18
dün kurduğum bugün'le, bugün yaşadığım gün o kadar farklı ki, kafayı yiyeceğim. eksik olan ne, nerede yapıyorum yanlışı? bilmiyorum arkadaş.
Temmuz 24, 2011
arada olur öyle #47
alışmaya korktuğum şeye yavaştan alıştığımı gördükçe, hissettikçe; koşarak uzaklaşasım geliyo. ama nafile.
Temmuz 08, 2011
arada olur öyle #46
sanırım bi müddet internetten uzak olucam. yine çok isteyip de yazamayacağım anlamına geliyo bu. bakalım bi dahaki sefere kadar neler olcak.meraktayım? :/
Temmuz 06, 2011
arada olur öyle #45
uzun zamandır yazamıyorum. aslında nasıl yazasım var, of neler değişti hayatımda, kaldı ki hala değişiyor, ama yazamamışım. yazayım bari.
artık eskisi kadar sorgulamıyorum hiçbir şeyi mesela. nasıl böyle oldu? bilmiyorum çünkü böyle sorgulama hissinin azaldığını hissedince bile garip oluyorum. sanırım artık biraz daha yalnız oluşum, ve sessiz bir kalabalığa gidecek oluşumdan dolayı var bu his. hiçbir şey sorasım yok. resmen kapadım gözleri, "sana geliyorum istanbul, bekle beni" modeli.
iki haftadan beri bana karalar bağlatıp ne bok yiyeceğim? diye sordurtan bir seçmeli dersim vardı dönemde kalan, yaz okulu falan uğraşacaktım, bir anda değişti her şey ve en azından biraz daha izmir'de kalacak olmanın o serinliği derken bir anda açık unutulan ocakta taşan süte döndüm. bitti okul. altı yıldır bir başına yaşamanın verdiği bensellik, gerektiğinde olan bencillik, kimseyi etkilemeyen hovardalık, büyüdüm lan baksana sorumluluklarım var falan gibisinden baba olmuş gibi tavırlar, öptüğüm kızlar, kenarında oturduğum deniz, izlediğim gökyüzü gibi her şey bitmek üzere bu şehirden de giderken. buradaki "de" eki iki harf ama o kadar ağır ki.. çünkü yıllar evvel de istanbul'dan kaçmıştım.
olduk mu kürkçü dükkanına dönen canlı varlık şimdi?..
merak ediyorum neler olacak diye, ama sanki tahminlerimin hepsi tam da beklediğim gibi olacak. bari güzel süprizler sunsun bana, olmaz mı?
ya da ben en iyisi öyle olacakmış gibi düşüneyim yine de, zaten her şey düşündüğümle kalıyor. bir şey kaybetmemiş olurum.
en temiz pişmanlık hiç olmayan pişmanlık ne de olsa.
haksız mıyım? hımm?
...
..
yine uyudun demek.
Haziran 20, 2011
terapik dialoglar #23
ekmek almak için bakkala gidiyorum. on beş dakika akreptir karıncadır diye bakkal hakan abiyle muhabbete dalıyoruz. aynı bakkaldaki diğer bakkal erol abiyle de muhabbetimizin genelini müzik ve yaşam kaygısı oluşturuyor. adamlar tüm gün sıkılıyor, bence haklılar, tamam da ben neyin peşindeyim?
Haziran 16, 2011
Haziran 09, 2011
arada olur öyle #43
sırf canım çektiğinden, deniz kenarında bi ağaç dibinde, bilgisayarı açıp o parçayı dinleyecek kadar kıroyum. yapacak bişey yok.
Haziran 08, 2011
Haziran 03, 2011
geleceğe not #12
Benim adım Hamsi. Hani geçenlerde büyütmediğin, yarım bıraktığın hamsi.
Beni bilirsin. Hayatı dolu dolu yaşamak isteyen, enerjik bir balığımdır. Hızlı geçen zamana çok şey sığdırmaya çalışırım. Aileme bağlılığımla ünlüyümdür. Bir günümü onlardan ayrı geçirmek istemem. Bizde bir efsane vardır. Bana büyük büyük babam anlatmıştı. Ona da büyük büyük babası anlatmış.
Çok uzun seneler önce, denizler kir tutmaz, güneş havayı kirletmez iken, su dünyasının incileri bizlermişiz. Bütün balıklar kendilerini görebilmek için bizim yüzeyimizdeki yansımalarına bakarlarmış. Geceleri bir yandan karaya yakın yerlerde yüzerken, sırtımızdan yansıyan ay ışığıyla parıldarmışız.
İşte bu kadim güzelliğimiz, parlaklığımızmış koca koca teknelerin aklını başından alan… Daha büyümeden, bizi avlamışlar ve şimdi soyumuz tükenmeye başlamış, annem öyle dedi.
Lütfen henüz yavruyken bizi avlamalarına izin verme. Görmüyor musun geleceğimiz tehlikede? Duyduğuma göre, 21 Haziran'da benim ve diğer türden balık kardeşlerimin avlanma boyumuz hakkında karar alacaklarmış. Hala vakit var. Bizden vazgeçmeyeceğini biliyoruz.
Aslında bir süre önce bazılarınızla anlaşmaya vardık. Ne yapalım ne edelim diye düşünürken, birçok türden balık arkadaşlarımızla birlikte Greenpeace'e gittik ve konuştuktan sonra bizim hayatımızı kurtaracak, 'Seninki kaç cm' adında bir kampanya başlattılar. Sen de bizim için imza atmışsın, haberini aldık. Sana minnettarız. Ama yetmez. Beni büyütmeden yarım bırakmışsın. Şimdi beni büyütmeye devam et.
Sevgiler
Hamsi
Beni bilirsin. Hayatı dolu dolu yaşamak isteyen, enerjik bir balığımdır. Hızlı geçen zamana çok şey sığdırmaya çalışırım. Aileme bağlılığımla ünlüyümdür. Bir günümü onlardan ayrı geçirmek istemem. Bizde bir efsane vardır. Bana büyük büyük babam anlatmıştı. Ona da büyük büyük babası anlatmış.
Çok uzun seneler önce, denizler kir tutmaz, güneş havayı kirletmez iken, su dünyasının incileri bizlermişiz. Bütün balıklar kendilerini görebilmek için bizim yüzeyimizdeki yansımalarına bakarlarmış. Geceleri bir yandan karaya yakın yerlerde yüzerken, sırtımızdan yansıyan ay ışığıyla parıldarmışız.
İşte bu kadim güzelliğimiz, parlaklığımızmış koca koca teknelerin aklını başından alan… Daha büyümeden, bizi avlamışlar ve şimdi soyumuz tükenmeye başlamış, annem öyle dedi.
Lütfen henüz yavruyken bizi avlamalarına izin verme. Görmüyor musun geleceğimiz tehlikede? Duyduğuma göre, 21 Haziran'da benim ve diğer türden balık kardeşlerimin avlanma boyumuz hakkında karar alacaklarmış. Hala vakit var. Bizden vazgeçmeyeceğini biliyoruz.
Aslında bir süre önce bazılarınızla anlaşmaya vardık. Ne yapalım ne edelim diye düşünürken, birçok türden balık arkadaşlarımızla birlikte Greenpeace'e gittik ve konuştuktan sonra bizim hayatımızı kurtaracak, 'Seninki kaç cm' adında bir kampanya başlattılar. Sen de bizim için imza atmışsın, haberini aldık. Sana minnettarız. Ama yetmez. Beni büyütmeden yarım bırakmışsın. Şimdi beni büyütmeye devam et.
Sevgiler
Hamsi
Haziran 01, 2011
arada olur öyle #42
bugün dört saatlik bi finale girdim, karşılıklı giriştik daha doğrusu birbirimize (: ama bu sınavın tek özelliği uzun sürmesi değildi, yıllardır bi o sınıf bi bu sınıf bölümde gezip dolaşıp girdiğim yazılı sınavların sonuncusuydu. bundan sonra o sınıfların herhangi birinde başka hiç bir sınavım olmayacak. sınav saat birbuçuk-beşçeyrek arasındaydı ama ben üçten sonra bu ve benzeri şeyleri düşündüm hep. içerlendim, nerelere gittim geldim ohoo.
ha bi de üçüncüye alıyorum dersi. yanlış olmasın.
bitti lan.
Mayıs 30, 2011
Mayıs 26, 2011
yol çizgileri #13
ulaşılacak saadete kaç kapı daha var?
açtım kapıları girdim
bomboş evlere vardım
yardım lazım bana şansım yaver
sanma
hiç hoş değil gördüklerim amma
emin değilim her şey muamma
geleceğe not #11
hey dostum, ben, naber?
daha önce neden aklıma gelmedi bilmiyorum, yada bi anda nasıl aklıma geldi bilmiyorum. tarif edesim var sana sonuna yaklaştığın öğrencilik hayatını. mesela aldığın dersler, çağrıştırdıkları,hissettirdikleri.
--'-,-(@ bu bir gül değildir.
~reaktör
gökyüzünü mavi görmek istedikçe nasıl koca koca çelik tankların içinde yapay (ama steady-state, onu da assume ediyorum yoksa o bile mümkün görünmüyo) reaksiyonlar yaratayım ki. ne gereği var.
~masalların yapısı ve anlamı
dersten sonra ıslık çalmadan duramıyorum. öyle mutluyum. koca hafta boyunca yaşadığım en güzel saatler içinde. bazen atışıyoruz ama güzeldi diyeyim, bi haftası kaldı. tüh
~design.
"ego" denen kavramı manyetik alan olarak düşünürsek kutuplarda geçen bi ders. çıplak gözle görülebiliyo ego akımları sınıfın içinde. aslında herkes süper lan, ama onların gözünden bakarsan. neyin peşindesiniz diye sessiz çığlık atmaktan yorulduuum. neyseki az kaldı. resmen egolara kurban gidiyoruz.
~bioseperation.
bazen haketmeyen insanların bazı mevkiilerde oluşuna dayanamıyorum. kızamıyorum. bu nası bi şans lan diyorum. sora da sistem heralde böyle insanlar istiyo zaten. ondan onlar oradalar kolaylıkla diyorum. ruhları saçmasapan. utangaçlık denen bişey yok, sadece insana değil insan olma hissine karşı bile yok o sessiz kimsesiz anlarında bile. ve pis bi pişkinlik.
ama kızamıyorum işte. biz hep kendimizi kaybederken görüyoruz sırf içimizdeki iki gram insan sevgisi yüzünden. niye eşit değiliz ki neden istemiyo kimse bunu diye sorarken. onlarsa bizi susturmak görevini üstlenmiş, ve bunu yaparken de yine bizim paramızı alan memurluk gibi bi durumdalar.
korku ve baskı sistemi yaratıp, bizi her an izleyen o koca adamların gölgesinden sırf bu adamlar yüzünden çıkamıyoruz. hep güneşi tutmaya çalışıyoruz.
bu yazdıklarımın biyolojik ayırma sistemleriyle bi alakası yok(!) çünkü birer biyolojik varlık olduğumuzu düşünemez haldeyiz.
~bitirme tezi
kendime en çok kızdığım anları bu zamanlarda yaşıyorum. o odada. sanki haftanın belli bi saatinde, en kısa bir buçuk en çok da ne kadar süreceğini bilemediğim bir gaz odasına girer gibiyim. ve kendimi, neden hala bu halde olduğumu, azıcık bişeylere sarılsam nolur ki lan dediğim anları yaşarken bulduğum zamanlar bunlar. biraz büyümek, biraz da düzenli bir hayatı gözetleyebilme fırsatı, acaba nasıl bişey lan bu diyebilmek. yüzümün kızarmayışı kanımın çekildiğinden dolayı genelde.
işbu sıralama şöyle yapılmıştır
-öncelikle varsa alttan alınan dersler
-sevgi duyulanlar
-zorunda bırakılalar.
-kafama göre.
Mayıs 24, 2011
Mayıs 23, 2011
her yerde bir kırmızı var. #15
sağ göz bildiğin kırmızı, terminatör kırmızısı. insan gibi geçmiyo şu son günler. makineleşiyorum. korkuyorum lan.
Mayıs 20, 2011
arada olur öyle #41
öncelikle kırkbir kere maşalah diyelim. niyeyse.
akşamın serin ( bi süre çekirdek kitledi beni ama haberiniz yok, neyse devam ediyorum) vakitlerinde sahile inmeyi çok seviyorum. ne kadar işim olsada mümkünse yapıyorum. çünkü seviyorum..pedal çeviriyorum.soğuk lan hava. üşüyorum. daha hızlı pedal çeviriyorum. tamam daha hızlı varıcam ama daha çok üşüyorum. lan diyorum bişe yapmalısın. anılara dalıyorum kaldırım boyu giderken. lan. noluyo. ısınıyorum.
o yüzden her güne bi anı düşürüyorum. o yüzden bu sıralar pek çok kez "napıyorm olm ben burda" durumunu pek çok kez yaşıyorum. olmadı baktım herkes yine uzakta, ya yerden ya gökten alıyorum bişeyler. yerden aldıklarım değişiyo ama gökten aldıklarım hep merdiven dibindeki ağaçtan erik olarak sabit.
çok keskin bi bitiriş oldu. arada oluyo öyle.
akşamın serin ( bi süre çekirdek kitledi beni ama haberiniz yok, neyse devam ediyorum) vakitlerinde sahile inmeyi çok seviyorum. ne kadar işim olsada mümkünse yapıyorum. çünkü seviyorum..pedal çeviriyorum.soğuk lan hava. üşüyorum. daha hızlı pedal çeviriyorum. tamam daha hızlı varıcam ama daha çok üşüyorum. lan diyorum bişe yapmalısın. anılara dalıyorum kaldırım boyu giderken. lan. noluyo. ısınıyorum.
o yüzden her güne bi anı düşürüyorum. o yüzden bu sıralar pek çok kez "napıyorm olm ben burda" durumunu pek çok kez yaşıyorum. olmadı baktım herkes yine uzakta, ya yerden ya gökten alıyorum bişeyler. yerden aldıklarım değişiyo ama gökten aldıklarım hep merdiven dibindeki ağaçtan erik olarak sabit.
çok keskin bi bitiriş oldu. arada oluyo öyle.
Mayıs 19, 2011
arada olur öyle #39
şuan izmire yağmur yağıyo, bende izmirdeyim ama buraya yağmıyo. yıllardır oluyo bu, sanki izmirde değilmişim hissini doğuruyo tabii bu. garip. konak vb diğer yerlere yağmur inerken burada hava günlük güneşlik. yada tam tersi de oluyo bunun. arada oluyo böyle.
Mayıs 15, 2011
aynı dertten muzdarip #7
manşetlerde yaşamakla manşetlerle yaşamak arasında bir harflik kocaman bir fark var. bazen bir harf bile ne kadar ağır, neleri değiştiriyor lan? diye düşündükçe buna şaşası geliyor insanın.
benim aklım köşeli #16
"halı kenarlarına, koltuk yüzlerine overlok yapılır, beş dakikada hazırlanır" diye duyunca anlıyorum ki bahar gelmiş. bir müddettir yine çıktı sokaklara minibüslü overlokçular ve eko yapıyor yine, özellikle gün ortalarında, herkesin bildiği aynı tonda konuşan hanım ablanın o bilindik sesi.. "overlok makinesi ayağınıza geldi".
Mayıs 11, 2011
arada olur öyle #38
martha graham'ın yüzonyedinci doğum günü şeysine google bi animasyon koymuş anasayfasına, durup durup izliyorum. martha bişeyler yapıyo, ben izliyorum. google yazıyo akrobasik hareketlerle, hatunu da tanımıyorum he, sadece o bilmem kaç piksellik animasyondan doğuyo bunlar. diyorum ki ben şimdi onun gibi ne yaptığını bilen bi halde bişeyler yapsam ne yazarım?davranışlarım, hareketlerim ne yazıyo şu an acaba? cidden istediğim şeyler mi yazılı?
sonra görüyorum ki aynı şeyi yapsada farklı şeyler yazıyo insanlar hareketleriyle. değişik.
yapcak bişe yok.
Mayıs 10, 2011
Mayıs 09, 2011
terapik dialoglar #22
biri : temiz bir hayata olan inancınız nedir?
bir başkası : kaldırıma oturup içtiğim sigarayı hala beyaz olan değil de sarı taşın üstünde söndürüyorum.
aynı dertten muzdarip #6
düşünüyorum;
uzun süre boyunca bir kalem kullanırsın da elin alışır ya, sonra bir şey olur başka bir kalemle yazmaya devam ediceksindir artık, hıh işte o durumda kalemi ilk kez tutup bir şeyler yazmaya çalıştığın sırada oluşan anlamaya çalışma isteği, eline hakim olup yazdıklarının daha düzgün olması isteği vardır ya; o his sadece düşünceden ibaret değil benim için. bir noktada yalnızlığımın ve olacak olmamın sebebi.
Mayıs 07, 2011
geleceğe not #10
hey ilerideki dostum,
bak bunları hatırla diye bi kez daha uyarıyorum seni.
6mayıs 2011 tarihi senin için yeni bi kimlik belgesi demek, ve arkasında da veriliş yeri : urla yazıyo, bu kez kaybetme. daha aldığın günün akşamında gbt'ne bakıldı, kimliği vaftiz ettin. artık tam anlamıyla senin. daha da güzel günler geçiriceksiniz zaten şüphem yok.
aslında kafanda söyle bişey var ama zor gibi, samimi olduğun bi kaç kişi ile her beş yılda bir 6 mayıs günü urlaya gelip burada kimlik yenilemek. ama kimse yapamıyabilir, sen dene bunu tamam mı? urla'dan ve bugünlerden kalabilecek en kalıcı şey bu gibime geliyo. daha güzel bi fikir gelirse aklına değerlendir yine de tabii, benimki bi öneri sadece.
kendine iyi bak,
ben
Mayıs 04, 2011
benim aklım köşeli #14
"Hayatima sikca yaptigin git-gel ile ruhunu orgazm'a ulastiriyorken, sana karsi hislerim bir orospu kadar anliksa artik ,sana borcluyum!"
:/
Mayıs 03, 2011
her yerde bir kırmızı var. #11
~oynatım modu: parçayı tekrarla. faidra - haris alexiou.
yer belli. iskelede bi bank. aslında bi bank değil, herzamanki bank. e o bank olur da akılda binlerce düşünce olmaz mı? olmazsa ayıp.
sağıma soluma bakıyorum, boş üç kişilik yer (en az), bi boş bi içilmeyi bekleyen tuborg kırmızı. o kadar.
rüzgar vurdukça düşünüyorum ve diyorum ki kimsenin kimseyi düşünecek durumu yok be olm. herkes kendi gününde. işte sen de burdasın akşamın bi vakti. kimi cesaret edemez gelmeye, kimiyse hoşgörür kendini. netice aynı; senden başka kimsen yok. o bankta kurduğun cümleleri biri duysa iyi en azından hayal mi diye düşünmezsin, ama o da yok. kendin kur kendin düşün yeri burası.
~senin amacın ne?
geçmişe git, düşün, geleceğe git, düşün. eh ama yeter. var aklında biliyosun, o an seni duysun istiyosun karşında oturmuş bi şekilde, ee ama hani? herkes kendi hayatında, kendi telaşında, kendi sessizliğinde. kızamıyosun da.
~sevgili anne, baba
bugün eve fotoğraf gönderirken bi a4'e bi kaç satır karaladım vesikalıkları katlanmış a4 arasına iliştirmeden, benim içim titredi daha okunmadan. hatta daha yazarken hiç olmak istedim benim oğlum bunları yazsa ne düşünürüm diye.
~sevgili anne ve baba,
oğlunuz şuan bu halde işte. çok özledim sizi. öpüyorm, sevgiler.
ers
ne biçim bir hayat lan bu? ben mi onu yaşıyorum, o mu beni tüketiyor? bilemedim.
arada olur öyle #34
ülkenin en çok cinayet işlenen yeri ara ara oturduğum iskeledeki bank olabilir. kaç kişiyi öldürdüm o bankta ben bile hatırlamıyorum..
evet yaptım. kimse niye? diye soramasa da biliyorum ki hakim bey soracak. öyle bi cevabım var ki, duruşma salonunda herkes ağlamazsa adam değilim..
bak görürsün.
benim aklım köşeli #13
"anlamaya başlamanın ilk belirtilerinden biri de ölme isteğidir."
bir cümle nasıl bu kadar dolu olur?. anlamıyorum.
Mayıs 02, 2011
geleceğe not #9
sevgili gelecekteki halim. naber?
şimdi desem ki sana "benim sadık yarim kara topraktır" diye, anlarsın dimi o zamanlardan bu zamanı. hatta ben senin o zaman da böyle düşüneceğine eminim. çünkü öyle işliyorum ki seni, öyle şeyler yapıyorum, düşünüyorum, bizi tamamlıyorum ki geriye bi kendim kalıyo bi de sana dair umutlarım. parada gözümüz yok, varsa bi sevgi. o da nasıl veya niye var, ne zaman var olacak, yada olan sevgi anlayışımız ne kadar daha değişecek bilemiyorum. bazen insan olduğum için utanıyorum, abartmıyorum ciddiyim.. sanırım bu yüzden dağı, böceği, yalnızlığı daha çok seviyorum. ne kadar incitebilir ki beni diyorum kuş cıvıltıları, deniz kokusu,seyyar satıcılar yada çocukların top oynayışı..
unutma ki insanlar kadar kimse kırmadı seni. sen de kırdın. hatta tam bi eşşeksin. bazen mahvediyosun herşeyi. ama olsun. ne kadar kızsam da biliyorum ki hayat zaten istediğim gibi değil. bişey olacaksa olur. karışıyorum uzun zamandır, bi hayata bakıyorum, yaşamak için neler yapmam gerektiğine, bi de kafamı yastığa koyduğumda kendimi dinlerken duyduklarıma, yok sanki çok farklılar birbirlerinden. sorumluluklarımız olmasa çok güzel şeyler yapabilirdik seninle. ve ben ne kadar dur düşünme desem de yapamıyorum, sen ileride yap hemi. şaşırt beni. heh şimdi oldu diyeyim. söz o gün deli gibi içicez, nası da biliyorum kendimi di mi (:
hadi durma olm bişeler yap, başla şimdiden.
let the force be with you.
arada olur öyle #33
bıyık gitti dudak göründü. lan bu kim acaba? diyorum aynaya baktıkça. bedri baykam'a benzedim inceden. hadi hayırlısı :D
Nisan 29, 2011
terapik dialoglar #21
-buyrun madam önden siz öpün. rica ederim.
-hımm çok centilmensiniz.
-ne demek efendim siz de çok güzelsiniz. bu güzelliğin karşısında olmak bile bu nacizane beni heyecanlandırmıştır zaten.
-aynı zamanda çapkınsınız da.
-öyleyimdir.
Nisan 28, 2011
geleceğe not #8
ben sanırım nyks'in canı sıkkınken bir gece yarattığı çocuğuyum; quies quietis (sessiz). kardeşlerim hypnos (uyku) ve thanatos (ölüm) şu an neredeler bilmiyorum. bilmiyorum. ben, gündüz değil de gece daha mutluyum.
Nisan 27, 2011
aynı dertten muzdarip #5
aynı dertten muzdarip #4
artık insanlık evrimi dursun da herkes bi düşünsün nereden geldik, neydik ne olduk diye. olmaz mı? hadi..
inverse(1837837)
düşünüyorum.
yokum.
hep birileri var etmiş gibi beni. hep birileri beni sevmiş de kendimi öyle o halde, bişeylerin içinde, sevginin en yalnız köşesinde bulmuşum gibi taa nezamandan beri. bu şehre geldiğimden beri. telaşlanıyorum böyle olunca. korkumdan haraket edemiyorum. çünkü ben kime seni seviyorum dediysem, o cümle yitti gitti zamanın o içimi sızlatan sayfalarında.yitti bildiğin.. aylar, günler, saniyeler boyunca birlikte olduğum ama şu an yüzüme dahi bakmayan insanlara bakıyorum, hep ben gitmişim peşlerinden onların cümleleriyle. seviyo olm seni, yabana atamazsın o kişiyi demişim. hep ama. ee bide sonuna bakıyorum, iki karış surat. niye?.. nerde o şirin halleri, nerde görünce yüz çevirmeler. çok iyisin olum diyorum kendi kendime, çok açtın kendini, çok aldın içerlerine, çok normalsin.. çok gereksizsin..
ağlıyorum lan işte. artık ne yaptım ki demekten yoruldum. sormuyorum dahası hatırlatmıyorum bile kendime bu cümleleri çünkü içim acıyo. yeter. herkes başka bi bedene sarılmış uyurken yada hayaller kurarken sen yine kendi cümlelerinde boğuluyosun diyorum. nefret ediyorum. herşeyden. sevgimden de, sevgi den de. herneyse ondan da. ama hemen geçiyo bu sinirim, çünkü koyasım var kafamı sanki hep bildiğim bi omuza. birinin gelip ben geldim demesini mi bekliyorum, bi kez dahi olsa gözlerine baktığımda aha bu defa soru sormayacak bana, o da yorgun, karışık, utangaç ama benden cesur demeyi mi bekliyorum, cidden neyi bekliyorum ben? bilmiyorum. bilmek de istemiyorum. al işte yine yapıyorum ve kapatıyorum kendimi, herşeye, herkese. madem sonum aynı, en azından ne yaptığımı bileyim di mi ama. son nedir diye düşünmiyeyim. carpe diem be olm demekten artık "c" demeden, önce ruhum sonra komple kendim siktir laan diyo. ne diyosun sen? neden bahsediyosun.
herkesten önce kendime küfredesim var, tıpkı herkesin kendi kendine sorduğu soruların öncesinde benim kendimi yerin diplerine sokuşum gibi. haberleri yok, haberim yok. merak edesim yok, ölsemde meraktan yok ulan işte, yok. bu kadar basit; yok.
sınavım var yarın, dersten kalırsam bi yıl daha uzayacak okul, biliyorum ama nefes alamıyorum ki. gelemiyorum ki bu güne. bi bakıyorum geçmişteyim, bi bakıyorum yarındayım. ee hani carpe diem? yalan tabi ki. yarın muhtemelen yine aynı şarkıyla yürüyücem dolmuşa doğru, kimse bilmiyicek ama ben ayrı bi insan olucam.
çok mu güçsüzüm? hayır değilim. geçti, biliyorum. hatta herhangi anormal, aykırı, beklenmedik vs herşeyi yapabilirim şu an, yarın, evvelsi gün. ama iki gram da kendime dokunsam ya. çok koşasım var sana, al koştum geldim, uzatsana elini diyesim var, yaparım da, ama korkuyorum işte lanet olsun. sen bozmasan da birileri bozuyo herşeyi.
benim kalkanım var, sittin sene kimse bişe yapamaz, gel hadi diyen varsa, bekliyorum. ölme eşşeğim ölme...
Nisan 26, 2011
telepati songül
şuan "kanal t" de bi abla var, songül, telepati songül, telefondan fal bakıyo.. konuştukça şaşırıyorum. başka bi kadın var hatta, birlikte olduğu adam bigün bi mesajına cevap vermemiş, onu tartışıyolar, meğer adam evliymiş, arada erkeklere sıkıntı da gelirmiş, yanında karısı varmış ama aslında onunla da ev kurmak istiyomuş falan filan. bizim songül yardırıyo ama görcen uf neler neler, anlatamıyorum bile (:
simdi arayan kadının başka bi sevgilisi daha çıktı ortaya, karşılıklı yarılıyolar. fena.
"ahmet'te mi telefonu kapatıyo " diye söze girdikten sonra telepatik abla, durup durup önündeki kağıtlardan bişeyler okuyo, sanki mesajlar önünde yazılı da okuyo öyle kendince. bildiğin okuyo lan işte, bide okuması da ağır, konuşur gibi değil, okuduğu da belli oluyo :D allam of.
neler var ya bu tv nasıl bişey.
songül ablayı tuttum ama (:
yok ya rüya bu.
Nisan 25, 2011
arada olur öyle #30
yine oldu.
hasar;
hasar;
-alt dudak pert.
-kafatasının belli başlı yerlerinde sızılar.
-karşıdan bakılınca sağ elmacık kemiğinde ince bir acı.
-burnu saymıyorum bile.
-dudak içi tripleri.
-giderek artan "n'oluyo olum bana" kaygısı.
cumartesi sabahı saat 6:38 suları. sanki saatlerce uyumuşum da öyle bi rahatlık var beynimde, çınn sesini saymazsak. yine odamın tavanını yada en son ne yöne döndüysem o duvarda beni karşılayanları görücem zannediyorum. daha gözümü açmadan ağır bi kolonya tadı, dudaklarım sızlıyo. allah allah diyorum noluyo. bi açıyorum gözümü, tepeden bana bakan yaklaşık 14 tane göz. sayamıyorum. gözlerin bazıları bıyıklı sakallı falan. nerdeyim? dokununca anlıyorum ki kaldırımdayım. sırtüstü uzanmışım, belimden aşağısı kaldırım boşluğunda. e ama neden uzandım ki kaldırıma şimdi diyorum. tamam yere az yatmadık, çimde bankta az sabahlamadık ama şimdi ne alaka, benim evde olmam lazımdı? bu ve benzeri sorularıma şöför dayı netlik getiriyor iki cümleyle, bir yandan da kapağı olmayan kolonya şişesini yüzüme boşaltırken; kalk çocuğum, iyi misin?
yüzümü ekşileşiyo. kolonyanın kapağının olmayışı her serpiştireyim derken yüzüme tonla kolonya dökülmesine neden oluyo. bakıyorum dibe yaklaşmış kolonya, demek ki bayaa kalmışım o şekilde diyorum kendi kendime kalan kolonya seviyesinden. şöför dayı panik, dolmuşa binerken gördüğüm somurtkan teyze muhtemelen benim kalkıp, ayılıp yola devam edelim triplerinde, tepeden bana acıyarak bakanlar da var biliyorum, ama bu çocuk ne yaşar, neden böyle acaba? diyen kaç kişi vardı o sabah bi türlü emin olamıyorum.
güvenemiyorum.
dolmuştan ne ara dışarı çıkmak istedim de düştüm, yerimden ne zaman kalktım, ne söyleyip aşağı indim, giden dolmuştan mı düştüm, şöför anladı da durdu mu hava alayım diye, ne kadar zamanda neler oldu bilmiyorum. bana ne oluyo bilmiyorum. ama çok merak ediyorum.
arada oluyo böyle,bi tek bunu biliyorum.
korkuyorum.
Nisan 20, 2011
geleceğe not #7
ulan sevgili ben,
amacım seni kırmak değil, sadece haddini bil diye bu "ulan" lafı. anladın sen.
eğer düşünüyosan şimdilerde, ben zamanında nasıl yirmibeş oldum diye, anlatayım;
iskeledesin. urla sınırları hee yanlış olmasın kardeşiimmm.
hemen ada yolu'nun girişindeki parkta her zamanki banktta iki kırmızı tuborg, son iki dal camel soft, bolca rüzgar, düşünce ve deniz kokusuyla geldin bu zamanlarına. eğer vaktin olursa, şeytana uyacağın şimdiden belli zaten, çık gel yine otur aynı yere hemi. hatta mümkünse özlettirme kendini buralara. ama en önemlisi unutma, yeter. tek başına oturdun o banka çünkü yine.
o kadar fazla şey düşünüyorum ki, dahası sana söyleyesim var ki, ama söylemesem daha iyi belki de, bilmeden yada en azından hatırlamadan yaşa. sağlıcakla kal.
ben
geleceğe not #6
sevgili gelecekteki ben,
ilk ve tek kez olmak üzere çeyrek asrı devirdik az önce. vala ne oldu desen, diyecek halim bile yok, değişik bi his, anla artık (:
hadi görüşürüz, sen git bekleme, ben geliyorum yavaştan.
Nisan 18, 2011
Nisan 17, 2011
yol çizgileri #11
çoğumuz gayet insansı bi şekilde, perdeleri önemsemeden, sığınacak bedenler ararken, ben sanırım ruh arıyorum. onu bulunca, dokununca, kendini bırakma hissi ancak bu kadar güzel olabilir. ancak o zaman soru işaretleri olmadan kafasını yastığa koyabilir insan. ancak o zaman kaybolmak ister, dahası onun için savaşır. tamam hayat çok güzel, ama eksik. sen doluramazsan, kimse senin için doldurmuyor işte, yok öyle bi dünya, herkesin yolu kendine..
Nisan 16, 2011
her yerde bir kırmızı var. #10
günlerdir hükümsüz dolaşıyorum ortalıklarda.
belki de bir daha edinemeyeceğim hatıra cüzdanım gitti geçenlerde kordonda, içinde bulunduğumuz sisteme ait, beni tanımlayan herşeyle birlikte ve pıt.. hayatımda bi değişiklik daha. işin yoksa koştur şimdi devlet dairelerinde. sanki o kadar şey yetmiyomuş gibi. ama kaybettiğim gün belki de hayatımın en güzel ama diğer yandan da en acı günüydü. ama rüyaydı yaa, yada rüya gibiydi.
şimdi bu günü neden bırakıp direk o günden başladım bilmiyorum. aslında biliyorum, en azından bi kaç saati benzeseydi o güne, hatta çokcası, daha ne isterim ki. tüm gün içinden konuş, özle, ama bakışlarından anla ne dediğini.. ne istediğini.. ne istediğimi..
bugün kimlik çıkarmak için var olan paramla kırmızı içerek başladım güne akşamın bi vakti, ve şimdi en son yine kırmızı ve ben kaldık bi de karaburun. geri kalanı uyudu. yapacak bişey yok.
as much as ı could.
Nisan 15, 2011
arada olur öyle #29
-bu aralar çok fazla geçmişe gidiyorum.
ve bu durum "gitme" psikolojimden ötürü sanırım. gidecek olma, gitmek istememe ama ya gidersem halleri. "kalıp ne yapacağım ki, gideyim en iyisi" hissini tarantino filmlerindeki gibi bol kanlı şekilde, altına imzasını her defasında daha derinden atan o histen ötürü düşünüyorum.
-dün birkaç arkadaşla yıllar evvele döndük peşisıra gelen anılarla. bolca güldük ama içimden neler geçti neler.. yaşlandık mı ne?..
-bu gece; airplane I ve/veya uyuyakalmazsam II, gelsin bakalım (:
-biraz önce hayatımda ilk defa "ve/veya" terimini sınav soruları dışında kendi öz cümlemde kullandım. heyecanlı bir şeymiş (:
Nisan 13, 2011
aynı dertten muzdarip #3
zamanı durdurmak istiyorum.
aslında bir sürü şey yapmak istiyorum ama sanki bunu bir yapabilsem, zamanı durdurup istediğimi yapabilecekmişim gibi çocukça bir hisse kapılıyorum her defasında. bak mesela halatla tır çekenlerimiz var, kaşık bükenler, atom hızlandırıcı mı? kolay. sadece birkaç kişinin birlikte çalışması gerekiyor, denizin altından ulaşım da mümkün, saatte bilmem ne kadar hızla gidebilen araçlar yapabiliyoruz, top sektirirken akrobatik hareketler yapanımız var, ağzında iğne tutarken saz çalıp atışanımız, bir bitkiyi yüz metreden tanıyan toprakadamlarımız, yada tüm hayatı on dakikalık zevk uğruna kurulu kadınlarımız, hayatı on parmağından ibaret sanan show adamlarımız, yemişim on parmağı diyen show kızlarımız...
var oğlu var. sonra sen ne yapabiliryosun lan? diyorum kendi kendime ses yok. her şey yarım yamalak.
çok fazlayız bu yeryüzüne biz.
geleceğe not #4
sevgili ben,
bilmem kaçtır aynı cümleyle başladığımın farkındayım.
bi kuzey bir de batıya bakan iki penceresi var odamın. kuzey tarafı hep kapalı, ama batı tarafı hayat demek benim için. gecenin bu vaktinde bile öten bi tane kuş var, nasıl cıvıl cıvıl nasıl canlı. ama neden uyumadı, beni mi bekliyo, ya da öteyim belki nasiplenen biri vardır mutlaka mı diyo bilmiyorum ama sesi o kadar güzel geliyo ki. nasıl hayat dolu.
zamanın birinde babama deli derlermiş.bayılırmış bi anda nedensiz, tıpkı benim şimdilerde anlamadığım şekilde bayılışlarım gibi. ve susuyomuş genelde. ama aynı zamanda da içine sinmediği bişey varsa dönemin kısıtlamalarına rağmen, anneye babaya iki çift laf etmek ne kadar zor olabilirse olsun, o zamanlarda konuşabilmek ne kadar zorsa da hep söylemiş babam içindekileri. aldırmamış çevresindekilere. ne derse desinler. kurduğu cümleler ne kadar yanlış olursa olsun kurulası cümlelermiş o zamanlar çünkü. herkese susarken bir kişi karşı gelmiş o zaman ki, benim daha olmadığım, o düzene karşı. belki de o yüzden şu an saygı görmekte babam, belki de o yüzden şu an ki yalnızlığı... onu o kadar anlıyorum ki. o, yıllarını yirmibeş metrekare bi dükkanda harcadı,harcıyor, bense bi o kadarki odamda. her gece düşünüyorum onun ve annemin mücadelesini. tamam çağ onların zamanındaki gibi değil. bi çok şey değişti. ama o kadar net hatırlıyorum ki onların ilk kendilerie ait olabilen ev damını. düşün ki bi oda, bir tane karyola var, belki bi eşya dolabı.. o kadar. babamın bir anda memleketten kaçıp istanbula gelişini anlıyorum tıpkı iki tane alnı beyaz danayı son kez ablamla yemlemeye çıkarıp bi köşede ağlayışımız gibi, dönüşünde bi taştan aşağı inerken diz kapağımın altına işlenen ve hala izi duran o yara izi kadar. bizden geriye kalan, ağlayan ve belkide birdaha göremeyeceğim ve göremediğim ilkokul arkadaşlarım kadar.
babamdan bana geçmiş olan bi özellik var. susmak. babam o kadar susar ki, iki çocuğa sahip olmanın o inanılmaz hissini paylaştığı annemle bile konuşmayabilir. konuşamıyo da bazen. ve bu kişiden bana geçen en büyük özellik olan yeri geldiğinde konuşamamak huyum yüzünden kimse kızmasın bana hemi. kapalı biriysem ki öyleyim, bu belki de sadece bi y kromozomu yüzündendir, belki de yirmibeş yıllık yaşadıklarımdan. farketmiyo ama şu bir gerçek ki, yarın susup kimseyle konuşmasam bi babam ve annem anlar beni. geri kalan hepiniz niye dersiniz. haklısınız da. ama benim babamı nasıl gördüğümü, hafızamda nasıl hallerde olduğunu bi bilseniz, belki de bana sarılır ağlarsınız. ya da sadece normalmiş gibi susarsınız. bu yüzdendir kimseye değil de kendime kızışlarım. bu yüzdendir susuşlarım. bu yüzden lanet olası batışlarım.
hatırla bunları. üzülme ama.
arada olur öyle #27
sustuğuma bakma he, özlüyorum seni. saçlarım daha bulut kokuyo, tenim daha da yalnız.
geleceğe not #3
sevgili kendim,
bundan birkaç vakit önce -ki bu vakit bir iki yıl önceyle birlikte tam da şu anı kapsamakta- insanlar yerine sevgiyi seçtiğin için o insanları kaybettin. ve şu an da o yaşadığın sevginin acısınını çekmesindesin. çek, olsun. şu an anlamış değilsin o insanlara bişrey yapmamış olsan da neden gittiklerini, anlamlar kondursan da belki hala anlayamayacaksın insanların neden bu kadar acımasız olduğunu. ama şunu bil ki bu hayatta teksin. kim, ne, nasıl olursa olsun teksin. bir tek dayanağın da bu zaten şu an. benim içim şu an rahat o insanlara bişey yapmadığım için, aklında olsun sen de üzülme şu an gidenler için. aklına gelirse de sadece birlikte geçirdiğin ve yaşadığın güzel zamanları düşün olur mu? gerisini boşver.. ha ben şimdi yapamıyorum, insanlara ve her zamanki gibi oradan kendime varışlarımda kendime kızıyorum ama sen yapma. boş ver. şu anki zamanı belki de hatırlamayacaksın, ne kadar mümkün bilmiyorum ama belki de az da olsa inancın olacak şu anki insanlık sistemine. hani uçaklar uçurup binalar diken, insanlığı olabildiğince kendinden uzaklaştıran sisteme dair. ama vazgeçme. her ne kadar tunç çağına dönüp o basit hayatı yaşamak istiyorsan da biliyorsun ki bu mümkün değil. artık çok geç. artık kendimize verdiğimiz sözler dışında tüm her şey bir varsayım, sadece olasılık. bilmem kaç haneli birer rakamız, çünkü hislerinle gittiğinde hep sonunda karşılaştığımız o yenik kendimiz de aslında birer istatiksel sayısal haneyiz. yarın da öyle olacağız, sonrasında da. ben şu an ucu ister yalnızlık, saklılık, eksiklik, isterse de hayalim gibi olsun, olabilecek ve olan herşeye karşı bütün dikkatimi topluyorum. bari diyorum ki; ben olamadım ama karşımdaki mutlu olsun, ben eksik kaldım ama o kalmasın. ha bunu ne kadar yapabiliyorum bilmiyorum. inan bilmiyorum. ama bunu deniyorum. insanlar şu an iki satır cümleden oluşan gerçek sandıkları fakat sanal profillerinde yaşıyolar. sanallar. sen en azından onların az da olsa gerçeklerine dokunuyosun, diyorum kendi kendime. böyle devam et, diyorum. gücümüz yettiğince devam edelim buna olur mu? bir şey paylaşmayalım, kendimizi paylaşalım. kimseyi ve kendimizi kandırmayalım, olabildiğince gerçek olalım. senin ne durumda olduğunu bilmeden yazıyorum bunları farkındayım ama madem sen bensin, benim bilmem ne zamanki sonraki halimsin, senin geçmişinde de bunlar var. unutma hemi? ne kendini kandır, ne de başkasını oyala. sus. hatta elinden gelebilen tek şey susmak olsa da sus. bırak onlar kızsın sana. çünkü hep kızacaklar. beni anlamalarını beklemiyorum, sen de seni anlamalarını bekleme. nasıl tel örgülerin olmadığı bir dünya istiyorsan kendi sınırlarını da kaldır, kaldır ki seni üzmek isteyenlerin seni kırabilme ihtimalini de sonlandır.
bırak boşluğa düşsün gözyaşların.
geleceğe not #2
sevgili gelecekteki ben,
şuan sana o kadar saygılı olmaya çalışıyorum ki, kırılmasın kalbin, bari benim yüzümden için acımasın diye, ama sen tam bi salaksın. yada tam bi eksiksin. yada tam diptesin. yani ben öyleyim.. hafızamız zayıf, bunu bildiğimden söyliyeyim şuanki durumumuzu da o zaman hatırlamakta zorlanma bari. şuan çok karışıksın ve bu karışıklıktan çıkmayı "kaçmak" olarak uygulamaktasın. mesela mı? hemen sor tabi neden diye. hiç "neden?" diye düşünme.. aşk olsun sana.. ama ben şu an o kadar çok şeye "neden?" diyorum ki. bazen herşeye ama herşeye susuyorum. beni sevenlere susuyorum mesela. tamam kabul bi sevgi arıyorum, ama nasıl sevgi bu ki beklediğim hala yok ortada. bi dinginlik arıyorum, beni şuanki halimden alıp unutturacak. ben mi görmüyorum. niye hala görmüyorum, hala göremiyorum.. veya neden hala görsemde kılımı kıpırdatamıyorum. neden hala güçsüzüm. neden hala normal değilim? azıcık normal biri gibi olsam nolur ki sanki. neye bu kızgınlığım. neden hala çıkamayacak kadar derindeyim. yada o kadar derinde olmadığımı bilsem de neden hala inancım yok, o inancı yaratacak "o" yok. hadi en olmadı şöyle diyeyim, "o" dediğim kişi belki çok yakın bu satırlara, belki de onunla birlikte okuyosunuz bu satırları, ama neden bu kadar uzaktı, yanındaysa sor, neden bu kadar bekledin ki? diye. neredeydin? diye, niye bekledin ki?, neredeydin bu vakte kadar? diye. eğer varsa öyle biri yanında hadi şimdi yapış dudaklarına ve özledim de. bırak o anlamasın neyi özlediğini, özlediğimizi. ama sen de hemi. gözümü her geceye yumduğumun hemen ertesi saatlerinde sen oluyorum ben neticede. sen ne haldesin bilemiyorum ama şu an o kadar iyi biliyorum ki ne halde olduğumun.. carpe diem be oğlum. hadi olcak bu sefer..
yol çizgileri #9
bunlar kendimle gittiğim içsel bir yolculuktan satırlardır. alıntıdır.
"...
sen bana gülümsedin o ilk anda
görünen oydu ki bu aşktı bir anda
o gün kara bulutlar varmış havada
gözümde canlanan bu ilk anı geriye tek senden kalan
..."
geleceğe not #1
sevgili gelecekteki ben;
kimbilir bu satırları okurken nasıl bir durumda, ne halde olacaksın. o kadar merak ediyorum ki, anlatamam. ama gel bi de benim halimi gör. şimdiki ben olmak o kadar zor ki, bari sen iyi ol diyesim geliyo her bizi düşündüğümde. şu an acısam mı yoksa umut mu beslesem bilemiyorum sana yani kendime dair. ama inan ki kalbim seninle. ne yaparsan yap sırtını sıvazlayacak bi insan var sa, o da ben olucam. yine. hep.
Nisan 09, 2011
iki duble nisan
nisanı böyle yaşamak da varmış. bahar geldi mi gelmedi mi belli değil. bahçedeki erik ağacının çiçekleri üşüyo günlerdir. yalancı bi güneş. bu neyin hissizliği. nasıl bi hissizlik ki ağırlığı belli değil fazlalığından. eksikliği küsmüş bi köşede.. ben duruldum mu kırıldım mı belli değil. koşmak isterken bu ne, nasıl bişey arkadaş. sanki hep çıplaktım ama şimdi üşüyorum. hatta üşümediğim zamanların yerine de tersine akıyo nehirlerim. bu tüylerimi diken diken eden, ürperten şey, nolur biraz azal.
Nisan 04, 2011
beninenasıltüketti ki
çok yazasım var bu aralar ama fırsat bulamıyorum. belki yazacak zamanı yaratabilirim tamam ama kafamdakileri toparlamaya fırsat bulamıyorum. öyleki, dağınık yaz yaa bişe olmaz dese biri, yine yazamam. çünkü biliyorum bi başlarsam sayfalarca yazabilirim şuan.. neyse.
Mart 29, 2011
yol çizgileri #8
erzincan'a girdim ne güzel bağlar, erzurum'a girdim dumanlı dağlar.
elleri koynunda bir güzel ağlar, oy anam anam nasıl dayanam.
sırf erzincanlı oluşumdan değil sevgim, acayip bi türkü bu yaa. bu kadar sevilir ancak.
zamane
Zamanede bir hal gelmesin başa
Ahdi bütün bir sadık yar kalmamışKalleş yar olana dost demem haşa
N'olacak muhannet meydan görmemiş.
Ben bir yar isterim derun-u dilden
Sarfede varını geldikçe elden
Beni setreyleye dudan elden
Her yüze gülen yar olmuş olmamış.
Hüseyin beyhude ah etme naçar
Bir kapı örterse birini açar
Buna dünya derler hepisi geçer
Hangi günü gördün akşam olmamış.
ruhi su.
Mart 28, 2011
arada olur öyle #26
geçen haftadan beri, kimisi ciddi derecede rahatsız edici yoğunlukta olmak koşuluyla, kulağım çınlıyo sık sık. hadi iç sesimi geçtim bazen dışarıdan gelen sesleri bile duyamadığım oluyo şiddetinden. fena. kimbilir kim yine andı diyorum o nasıl bi anmaysa artık.
aynı dertten muzdarip #2
el çırparak ya da ne bileyim düdükle, ıslıkla, bişeyle bi hayvanı şartlarsın ya, ne zaman duysa önce bi irkilir, anında kimyasal salınır beyninden vücuduna, sonra da uygular; biz insanları da egoyla şartlamışlar, hep o yüzden oluyo ne oluyosa. sırf ego denilen o his yüzünden belkide yapmayacağım ama başkaları yaptığından ters bi duruma düşmem söz konusu olacak şeyler yapıyorum. yapıyoruz. sanki ilkokuldan beri öğrendiklerinin hepsini hala uyguluyolar da, şimdi de öğrenmeliyim, çok çalışmalıyım hissine kapılıyolar bazılarımız. ondan bu hırsları. ondan saçma salak bi hoca aferin dediğinde yüzlerinde beliren o memnuniyet belirtisi. lan o da bi insan neticede. o da ağlıyo, onun da aciz kaldığı milyonlarca zaman var, o da çirkin ama isminin önündeki doç. prof. ıvır zıvır sıfatlarıyla hayata tutunuyo, o da hiçbirşeyi bilemeyecek kadar insan. eninde sonunda insan, put değil, tapınmak gerekmiyo, yalanmak da gerekmiyo. çok sinirleniyorum insanların o dersten alacağı notun harfini değiştirebilmek uğruna kendinden taviz vermesine. istemese de salakça tebessümle, tabii hocam, demesine. neyse, asıl korktuğum şeyse ya gerçekten öyle insanlarsa, not vb herhangi bişey için rol yapmıyolarsa, hakikaten kendi gibilerse. uyanın ya kandırıyolar bizi diye bağırasım geliyo. sıyırıcam artık. bi de şu sisteme dair bi iki gerçek anlasa ya insanlık, kendini şartlı kapamadan evvel..
aynı dertten muzdarip #1
bi anda insanlıklan soğudum yine bugün. çekil dedim kabuğuna kendi kendime. yeter. nasıl bi canlıyız biz ya, neyin peşindeyiz? anlamıyorum bazen hakkaten. neden yokken onca laf kurup acı çekiyoken, varken gözümüzü kırpmadan bozuyoruz? bozabiliyoruz? bu ikisi için gerçekten de bilinçli olmak gerekir mi, hani bilebile derler ya. yoksa bazen bilmeden mi yitiyoruz. ya da yitiyo muyuz yoksa öyle mi geliyo. bi insan daha kaç kez çekimser kalmak ister ki hayattan..
Mart 16, 2011
duyduk x duymadık
o saf tatlı ufak halimin ergen değişiminin ardından hayatımda ilk defa yetmiş kilonun altına düştüm. son tartıldığım halimden sekiz kilo eksiğim var şu an. sekiz. peh. her gören abi çok zayıflamışsın naapıyosun diyo. bilmiyorum. stresten stresten.
arada olur öyle #25
uzun zamandır sabah erkenden gelmiyodum okula, ya da geldiysem de gelmemişim gibi geliyor.bilmiyorum. ama bugün geldim, ufak bir kahvaltı, biraz dinlenmece sonra kendimi pc başında bilmem ne balansı yapmaya çalışırken buluyorum. ders çalışasım yok, denklik kurasım yok, reaksiyona hiçbir şeyi sokasım yok, çıkan gazı uzaklaştırasım yok, üretesim yok, saflaştırasım yok, basınç sıcaklık tayin edip onların uyup uymadığına bakasım yok, yok yok yok..
neyse, ben bir hava alayım. sonra oturup şu sistemi adam akıllı baştan bir irdeleyip tasarlayayım.
bu hissin neden olduğunu da biliyorum zaten. sorun öğleden sonraya verilecek rapor ya da muhtemel rapor sunumu ya da erken kalkmış olmam değil. kendimi bir fabrikada hayal etmek çok canımı yakıyor, çünkü istemiyorum. sabahın köründe tankerlerde, reaktörlerde vb işler yolunda mı? diye kontrol edesim yok. kimya mühendisi olasım yok. daha canlı birşeyler yapasım var, hayatımı o şekilde kazanasım var.
insanla, kültürle, müzikle, kitapla, dergiyle, kuşla ve böcekle uğraşasım var. bu yüzden şu an önümdeki kağıda karalanmış üç tane reaksiyon denklemi canımı bu kadar yakıyor. bu yüzden istediklerim ama yapamayacaklarımın şu sıralar bana yaptığı basınç tasarladığımız sistemdeki toplam basınçtan da fazla. belki hayali fabrikamız çalışacak ama ben işsiz olacağım kafada, ve herşey daha bir karmaşıklaşacak.
insanla, kültürle, müzikle, kitapla, dergiyle, kuşla ve böcekle uğraşasım var. bu yüzden şu an önümdeki kağıda karalanmış üç tane reaksiyon denklemi canımı bu kadar yakıyor. bu yüzden istediklerim ama yapamayacaklarımın şu sıralar bana yaptığı basınç tasarladığımız sistemdeki toplam basınçtan da fazla. belki hayali fabrikamız çalışacak ama ben işsiz olacağım kafada, ve herşey daha bir karmaşıklaşacak.
neyse, ben bir hava alayım. sonra oturup şu sistemi adam akıllı baştan bir irdeleyip tasarlayayım.
of.
Mart 10, 2011
arada olur öyle #24
hava ancak bu kadar soğuk olabilir heralde. mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır diyen o ulvi insan soğuktan ölmemiş olsa bari.
bi de sadece soğuk zamanlarda hatırlanan evsizler var ya, onlara üzüldüğüm kadar üzülmüyorum hiçbişeye. artık değişse ya şu sistem, siyaset, dünya böyle yeni baştan. soğuğun bile tadını çıkarsa insanlık, canı çektiğinde sıcacık evini bırakıp iki kartopu oynayıp geri dönebilse evlerine.
çiçekleri yemeyin
yoldan geçiyordu, durdu.. bir bahçe vardı.. donuk adımlarla, adım adım bahçenin duvarına yöneldi.. donuk gözlerle çiçeklere baktı, baktı.. çiçekler sıcaktı.. donmuş bir sesle bahçıvana sustu :
-bu çiçekler kesilecek mi? bu çiçekler gidecek mi?
bahçıvan dizlerine bahçeyi çöktü.. yüzüne çiçekleri döndü.. bir ışık yanmayordu, yandı, söndü.. elleri gözlerine baktı, gözleri ellerine aktı.. gözleri ellerini gördü.. elleri kördü.. sönen ışık yandı.. yanan ışık söndü.. dün yağmur yağacaktı, gün döndü, yarın yağdı, bugün dindi.. ağlayacaktı.. kim ağlayacaktı..
özdemir asaf.
Mart 09, 2011
varı
kazandıklarım bitti, yitirdiklerim kaldı
söylediklerim yitti, dinlediklerim kaldı
bir bilmek ülkesinin düşün-ili'ne vardım
öğrettiklerim gitti, öğrendiklerim kaldı
özdemir asaf
Mart 01, 2011
vefa
oturduğum sokak başında limantepe diye antik bi yer var. her yıl özellikle yaz aylarında kazı ve inceleme için arkeologlar bilmem ne projesi dahilinde gelir, inceler. bulunanların yanısıra çalışan ameleleri de inceler tabi çalışıyolar mı diye.
hergün gelip geçmekten artık herşeyine, heryerine bakar oldum. kalıntıların yol tarafına bakan kısmındaki betonun üzerine daha beton kurumadan yazılmış bi yazı var;
"vefakar ameleler
15 kasım 2005
ahmet, hakan, hüseyin, rasim, hamdi, gökhan, reşat."
olmuş altı yıl. nerdeler, ne yapıyolar acaba. hala vefakarlar mı?
benim aklım köşeli #9
yaz başında spotçuda bir koltuk gördüm. rengi sarı-hardal arası. aşık oldum resmen. nasıl tatlı.
-abla bu koltuk kaça?
-on lira o. aslında takımdı onlar da bozuldu. al götür.
ama bi başıma oturup da bu kadar düşüneceğimi bilsem, her gün aynı beni, hayalleriyle gerçek dünya arasında sıkışan beni burada oturduğumda bu kadar net göreceğimi bilsem, her oturduğumda lan olum yine aynısın be, bugün de hayat galip geldi diyeceğimi bilsem alır mıydım? bilmiyorum.
bir koltuktan nerelere geldik. her yerim ağrıyor, hiç kalkasım yok.
benim aklım köşeli #8
bir şeyin içinde toprak varsa kaldırması da zor oluyor. bu irice bir saksı da olabilir, ölüm de. zor.
Şubat 25, 2011
benim aklım köşeli #7
.... ;)
..........
... (:
.......... :)
.... :p
..
...... :?
....
..... :D
........ :D
....
.
....
... :o
..............
... (':
......... :)
.....
.......... :s
...
.......
.................... :*
........... :*
............
..
.... :[
............. (:
... (:
.... :'(
................
..... (':
.............. :p
..... :@
...............
.... ;)
ya da toplayın yaa seti. çekmeyelim film falan boşver.
arada olur öyle #22
bir insan peş peşe 17 ince belli bardak çay içer mi yaa? ben içiyorum valla. çay bile soğuyor, inatlanıyorum, ısıtıp ısıtıp içiyorum. oh mis.
hadi gel çay içek!
Şubat 24, 2011
Şubat 23, 2011
benim aklım köşeli #6
ben mi bir labirentin içindeyim, benim içimde mi bir labirent var? anlıyamıyorum arkadaş. dinlersem bulurum diyorum. susuyorum. aslında bağırasım, önce kendimi sonra herkesi çıkarasım var oyundan. fakat sustukça belirsizleşiyor çizgilerim. karışıyor. kendime neden bunu yapıyorum? bilmiyorum.
halbuki çıkışı bir tek ben biliyorum.
halbuki çıkışı bir tek ben biliyorum.
Şubat 21, 2011
benim aklım köşeli #5
okulun son dönemine başlıyorum dedim ya, daha başlarken ilk günden sinyal geldi, sanırım beklediğimden zor bir dönem beni bekliyor..
zira şuan uyumadan okula gidecek olmanın o belimi büken yorgunluğu beni avcuna aldı, bir o yana bir bu yana savuruyor bile. sırf kendim için öylesine uyumasam hadi neyse de; makaledir, bilimdir, tezdir şuan kafam inanılmaz derecede dolu. da ne için?
bu insanlık neyin peşinde ki? öleceğiz lan hepimiz bir gün.
bilen söylesin.
zira şuan uyumadan okula gidecek olmanın o belimi büken yorgunluğu beni avcuna aldı, bir o yana bir bu yana savuruyor bile. sırf kendim için öylesine uyumasam hadi neyse de; makaledir, bilimdir, tezdir şuan kafam inanılmaz derecede dolu. da ne için?
bu insanlık neyin peşinde ki? öleceğiz lan hepimiz bir gün.
bilen söylesin.
benim aklım köşeli #4
an itibariyle üniversite hayatımın (ve kuvvetle muhtemel öğrencilik hayatımın) son dönemine girmiş bulundum. nasıl geçti onca yıl? biri bana açıklasın..
Şubat 20, 2011
arada olur öyle #20
gelen bi mesajla irkiliyorum.
"sayın abonemiz vs vs."
mesaj hakkım bitecekmiş. çok çok az kalmışmış. eğer dokuz tl bakiyem varsa otomatik yenilenecekmiş, iptal etmek istiyosam da bilmem kaça mesaj gönderecekmişim falanda filanda.
umutsuzluğa düşmek yok diyorum kendi kendime. düşün düşün düşün...
pek önemsemediğim bi mesaj geliyo aklıma o an. artık maxipuanlarla hattımıza tl yükleyebiliyomuşuz. uf. tamam da benim kaç maxipuanım vardı ki? telefonda 1.51 tl bakiye görünüyo. demekki 7.5 tl veya daha fazla olması gerek diyorum içimden, olsun diye ümit ediyorum daha doğrusu. bakıyorum 8.36tl puanım var. yırttın yine diyorum kendi kendime. hadi bakalım.
peki nası yapılıyomuş diye gugılı bi dürtüyorum,
5,8,12... diye gidiyo yükleme seçenekleri, benim yerim belli, sekiz tl.
denklem de basit; MP birboşluk TC.NO birboşluk TL miktarı ve bilmem kaça mesaj. e tabi bunun da bi ücreti olmalı diyorum yine ve yeniden kendi kendime; cevap standart mesaj ücreti.. ama diyemiyorum ki ben aylardır sadece kampanyalı mesaj kullandım abla bilmem ki öyle şeyler, bi mesaj kaç para, standart derken kime göre neye göre?
gözümü kapatıp gönder diyorum. yok ki zaten başka seçeneğim. yüklemeden sonra 9.51 tl olacak bakiyem, ama bundan bi de standart mesaj ücreti düşecek falan. hadi diyorum rastgele.
iki saniye sonra o abla arıyo, başarıyla gerçekleştirmişim işlemi. bilmiyo ki ne şekilde gönder'e bastım.. toplam bakiyem de 9 lira 1 kuruşmuş. 50 kuruşmuş demekki standart mesaj ücreti. birazdan da mesaj paketi için 9 lira düşecek yine aynı abla, kesin arar da onu söylemek için. ooh. 1 kuruş fazlam var be ne diyosun ehhee diye bi sırıtma beliriyo yüzümde o an. mutluyum lan.
yalnız sırıtmanın peşisıra hemen bi kaygı doğuyo; ya birini çaldırırken açarsa?
açmaz açmaz. di mi?
okulda öğle yemeği 2.25 lira,
bir torba kömür 10 lira,
yetmişlik bira (ortalama) 7 lira,
okulu bir yıl uzatmak dönemlik 696 lira,
cepte bozukluklarla gezmenin verdiği o müthiş rahatlık hissi, paha biçilemez.
"sayın abonemiz vs vs."
mesaj hakkım bitecekmiş. çok çok az kalmışmış. eğer dokuz tl bakiyem varsa otomatik yenilenecekmiş, iptal etmek istiyosam da bilmem kaça mesaj gönderecekmişim falanda filanda.
umutsuzluğa düşmek yok diyorum kendi kendime. düşün düşün düşün...
pek önemsemediğim bi mesaj geliyo aklıma o an. artık maxipuanlarla hattımıza tl yükleyebiliyomuşuz. uf. tamam da benim kaç maxipuanım vardı ki? telefonda 1.51 tl bakiye görünüyo. demekki 7.5 tl veya daha fazla olması gerek diyorum içimden, olsun diye ümit ediyorum daha doğrusu. bakıyorum 8.36tl puanım var. yırttın yine diyorum kendi kendime. hadi bakalım.
peki nası yapılıyomuş diye gugılı bi dürtüyorum,
5,8,12... diye gidiyo yükleme seçenekleri, benim yerim belli, sekiz tl.
denklem de basit; MP birboşluk TC.NO birboşluk TL miktarı ve bilmem kaça mesaj. e tabi bunun da bi ücreti olmalı diyorum yine ve yeniden kendi kendime; cevap standart mesaj ücreti.. ama diyemiyorum ki ben aylardır sadece kampanyalı mesaj kullandım abla bilmem ki öyle şeyler, bi mesaj kaç para, standart derken kime göre neye göre?
gözümü kapatıp gönder diyorum. yok ki zaten başka seçeneğim. yüklemeden sonra 9.51 tl olacak bakiyem, ama bundan bi de standart mesaj ücreti düşecek falan. hadi diyorum rastgele.
iki saniye sonra o abla arıyo, başarıyla gerçekleştirmişim işlemi. bilmiyo ki ne şekilde gönder'e bastım.. toplam bakiyem de 9 lira 1 kuruşmuş. 50 kuruşmuş demekki standart mesaj ücreti. birazdan da mesaj paketi için 9 lira düşecek yine aynı abla, kesin arar da onu söylemek için. ooh. 1 kuruş fazlam var be ne diyosun ehhee diye bi sırıtma beliriyo yüzümde o an. mutluyum lan.
yalnız sırıtmanın peşisıra hemen bi kaygı doğuyo; ya birini çaldırırken açarsa?
açmaz açmaz. di mi?
okulda öğle yemeği 2.25 lira,
bir torba kömür 10 lira,
yetmişlik bira (ortalama) 7 lira,
okulu bir yıl uzatmak dönemlik 696 lira,
cepte bozukluklarla gezmenin verdiği o müthiş rahatlık hissi, paha biçilemez.
Şubat 19, 2011
arada olur öyle #19
dün sabaha kadar kendimle konuştum
ben hep kendime çıkan bir yokuştum
yokuşun başında bir düşman vardı
onu vurmaya gittim, kendimle vuruştum
ben hep kendime çıkan bir yokuştum
yokuşun başında bir düşman vardı
onu vurmaya gittim, kendimle vuruştum
Şubat 15, 2011
arada olur öyle #18
eskiden dayımla korku yada gerilim filmlerine gider, olmadı evde izler gülerdik. ne güzeldi o zamanlar.
benim aklım köşeli #3
benden güç alıp, o eksik hayatlarında artık çoğu şeyi yapmamak üzere yeni bir güne daha istekli bir şekilde benimle veya bensiz uyananlar, giderken beni giderek azalttıklarının farkında değiller. uzun zamandır böyle.
nedenini bilmiyorum ama buna kanaat getirdim.
bir kez yaşama hakkım var. yaşanılası geliyor herşey. o yüzden acıtacağını bilsem de korkmadan taşın altına uzatayım diyorum elimi. ne olduğunu bilmeden. bazen taş kalkmıyor, bazen de ben taşın altında kalıyorum. olsun.
bir de sanırım bu artık eskisi kadar acıtmıyor. ya hissisleşiyorum ya da değişen hiçbir şey yok. bana öyle geliyor. fakat bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi? anlayamıyorum.
n'apayım aklım köşeli.
nedenini bilmiyorum ama buna kanaat getirdim.
bir kez yaşama hakkım var. yaşanılası geliyor herşey. o yüzden acıtacağını bilsem de korkmadan taşın altına uzatayım diyorum elimi. ne olduğunu bilmeden. bazen taş kalkmıyor, bazen de ben taşın altında kalıyorum. olsun.
bir de sanırım bu artık eskisi kadar acıtmıyor. ya hissisleşiyorum ya da değişen hiçbir şey yok. bana öyle geliyor. fakat bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi? anlayamıyorum.
n'apayım aklım köşeli.
Şubat 14, 2011
arada olur öyle #16
hayata dair biraz da olsa inancımı yitirdiğimde yeni doğan caretta caretta'ları düşünüyorum.
daha hayatın ne olduğunu bilmeden gözünü açar açmaz denize koşuyolar, onlar için hayat o demek, denize ulaştıkları an hayat demek. yaşanılası an.
sonra ben de kendi kendime diyorum; koş ers! koş lan hadi, n'olcak.
ben de denize koşuyorum. izmir'i de bu yüzden seviyorum. ama hayatımı denize anlatmak benim yükümü azaltır gibi görünse de, karada ben yine aynıyım. hayat yine aynı. sessiz çığlıklar.
hem belki onlar da koşarken benim gibi sessiz çığlıklar atıyolardır, kim bilir? ayrı bir frekansta, sadece biz birbirimizi duyabiliyoruzdur. başka kimsenin duymadığı anlamadığı şeyler vardır. neden olmasın?
yol çizgileri #5
insanın yola düştüğü yerlerden biri de ayna'dır. hatta ayna insanın düştüğü ve görebildiği tek yoldur. belki de en kendinden olan yol hem de.
yol çizgileri de hissedilir ayna karşısında, net. elini uzatsan değersin.
"ayna? ayna bir izdüşümüdür; karşısında geçirilen zaman aynanın dışındadır. aynanın içinde zaman yoktur. ayna zamanın emanetçisidir. insanın yüzü gibi zamanı da aynen iade eder.
hasan yalçın" *
*paylaşan; özgür doğu
yol çizgileri de hissedilir ayna karşısında, net. elini uzatsan değersin.
"ayna? ayna bir izdüşümüdür; karşısında geçirilen zaman aynanın dışındadır. aynanın içinde zaman yoktur. ayna zamanın emanetçisidir. insanın yüzü gibi zamanı da aynen iade eder.
hasan yalçın" *
*paylaşan; özgür doğu
her yerde bir kırmızı var. #9
elveda.
evin kapısı kapalı. ben içerideyim. odamın kapısı kapalı. ben yine içerideyim. benim kapılarım kapalı, sen içerimdesin.
diyesim var.
uzun zamandır oturmuyordum tekli koltuğuma. odadayken, girip çıkarken falan hep çağırıyordu böyle resmen gel diyordu ama inanamazsın. gitmiyordum yanına. oturdum bir iki kez tamam ama ya hemen kalktım ya da kendimi yine o zamanki ben gibi hissetmeme yetecek kadar zaman vermiyordum.
bugün bir rüya gördüm; yatağımda sıcacık uyurken bir uyanıyorum koltuğun üstünde üstüm açık öyle alakasız ağrılı yatıyorum. üşümüşüm deli gibi. sanki biri almış kollarına, kaldırmış oraya koymuş, bunu da duruşumdan, bu halimin birisi olmadan oluşmayacağı hissinden anlıyorum. gitmiş.
sonra uyandım ve koltuğa oturdum.
üşümem bir yana uzun zamandan sonra yine bu halde kendimi buluşumdan hemen anlıyorum tabii, şu anki halimde de birisinin yalnızlığı var.
bazen insanlar benimle ilgili ne düşünüyor acaba? oyunu oynuyorum; tek başına oynanan, gideri olan bir oyun. mesela;
bana kızanlar var. güçsüzüm diye. biliyorum.
bana acıyanlar var. o da güçsüzüm diye. biliyorum.
bana elveda diyenler var. ama benden haberleri yok. bu da güçsüzüm diye.
bana sığmayanlar var. çünkü güçsüzüm.
...
..
şimdilik ilk cümleler değişip ikinci cümle sabit gibi görünüyor di mi? ama asıl oyun ilk cümle sabitken kurduğun ikinci cümlelerde başlıyor.
kendini ne kadar tanıdığını, kendine ne kadar kızdığını, ne kadar acıdığını, sığmadığını anlıyosun. aynaların. ama dürüst olman gerek. yoksa ters tepebiliyor oyun. öyle koltukta otururken bulabiliyorsun bir anda kendini. başladığın yere dönüyorsun bir nevi yani.
hepimizin hayatta duymak istediği cümleler var. kimilerimiz daha bir tane bile duyamamışken, sevgiye susamışken, kimilerimiz sadece o cümlelerle yaşamaya alışkın. yapay olanlarıyla ama. o yüzden onları duyamayınca ya da yapay olmayanı ağır geldiğinde, hafif eğ kafanı öne ve bak ne görceksin; aşağı düşen biri, bırak boşluğa gitsin, sonra dön karmaşana başkasında ara o cümleleri.
ama öyle değil ya.. ya da biri böyle olmadığını göstersin artık bana.
inanıyorum. biliyorum öyle olmadığını ama yetmiyor ki inanmak. duymak istediklerimizi nedense hep en olmayacak yerdeki insan söylüyor. ya da biz hep o cümleleri işitmesini sağlayan ama olmayacak yerdeki insan oluyoruz. bir kaç defadır görüyorum bunu. sadece bu kadarla değil hatta, iki de kutpu var bunun. biri o koltukta oturan güçsüz insan, biri de o koltukta oturmayan güçsüz insan. birinci kişinin neden öyle olduğunu anlamak kolay ama ikinci kişi neden hala güçsüz, ya da güç denen şey neden o kadar geniş? sanırım hayat çok karmaşık.
güzel sözleri bir başkasından duyma isteği mesela. bazen iyi güzel de, bazen ne kadar kendimizi kandırsak da hayatımızda birisi olsun istiyoruz. belki de bir kaç kişi. bu ikinci seçenek kişinin ya hiç umursamadan yaşadığını ya da umursanma isteğinin o dip yalnızlığında yaşadığını gösterebilir, direkt akla uçkur gelmesin. neyse, insan bazen kendi kendine yetmiyor, işin özü bu.
ya da korku. karanlıktan korkanlar gibi yalnız kalmaktan korkanlarımız da var. bu da insanın hayatına başka öğeler katması demek. bazen taşınası güzel ama bazen de çok ağır yükler demek.
ya da aile. çoğumuz örneğin kuzenden dıdısının dıdısına kadarını biliriz ailemizde. ama batıya doğru gittikçe öyle değil. adam amcasını tanımıyor. aile adına çekirdekten fazlası yok. boşluğa bak.
yine de hiç bir boşluk insanı dolduramıyor. önce için sonra gözlerin dolar da ağlar rahatlarsın ya, hayat öyle değil işte. doldukça boşlaşıyor. rahatlatmıyor da. çok enteresan. ustalık istiyor bir de.
n'apsak bilemedim.
oturdum yine tekli koltuğa.
boşluğu düşünüyorum.
"ta içimde
bak ne buldum
bir damla kan
kırmızı sek
al başımı yere eğdim
sonsuz günah benden yüksek"
replikas
evin kapısı kapalı. ben içerideyim. odamın kapısı kapalı. ben yine içerideyim. benim kapılarım kapalı, sen içerimdesin.
diyesim var.
uzun zamandır oturmuyordum tekli koltuğuma. odadayken, girip çıkarken falan hep çağırıyordu böyle resmen gel diyordu ama inanamazsın. gitmiyordum yanına. oturdum bir iki kez tamam ama ya hemen kalktım ya da kendimi yine o zamanki ben gibi hissetmeme yetecek kadar zaman vermiyordum.
bugün bir rüya gördüm; yatağımda sıcacık uyurken bir uyanıyorum koltuğun üstünde üstüm açık öyle alakasız ağrılı yatıyorum. üşümüşüm deli gibi. sanki biri almış kollarına, kaldırmış oraya koymuş, bunu da duruşumdan, bu halimin birisi olmadan oluşmayacağı hissinden anlıyorum. gitmiş.
sonra uyandım ve koltuğa oturdum.
üşümem bir yana uzun zamandan sonra yine bu halde kendimi buluşumdan hemen anlıyorum tabii, şu anki halimde de birisinin yalnızlığı var.
bazen insanlar benimle ilgili ne düşünüyor acaba? oyunu oynuyorum; tek başına oynanan, gideri olan bir oyun. mesela;
bana kızanlar var. güçsüzüm diye. biliyorum.
bana acıyanlar var. o da güçsüzüm diye. biliyorum.
bana elveda diyenler var. ama benden haberleri yok. bu da güçsüzüm diye.
bana sığmayanlar var. çünkü güçsüzüm.
...
..
şimdilik ilk cümleler değişip ikinci cümle sabit gibi görünüyor di mi? ama asıl oyun ilk cümle sabitken kurduğun ikinci cümlelerde başlıyor.
kendini ne kadar tanıdığını, kendine ne kadar kızdığını, ne kadar acıdığını, sığmadığını anlıyosun. aynaların. ama dürüst olman gerek. yoksa ters tepebiliyor oyun. öyle koltukta otururken bulabiliyorsun bir anda kendini. başladığın yere dönüyorsun bir nevi yani.
hepimizin hayatta duymak istediği cümleler var. kimilerimiz daha bir tane bile duyamamışken, sevgiye susamışken, kimilerimiz sadece o cümlelerle yaşamaya alışkın. yapay olanlarıyla ama. o yüzden onları duyamayınca ya da yapay olmayanı ağır geldiğinde, hafif eğ kafanı öne ve bak ne görceksin; aşağı düşen biri, bırak boşluğa gitsin, sonra dön karmaşana başkasında ara o cümleleri.
ama öyle değil ya.. ya da biri böyle olmadığını göstersin artık bana.
inanıyorum. biliyorum öyle olmadığını ama yetmiyor ki inanmak. duymak istediklerimizi nedense hep en olmayacak yerdeki insan söylüyor. ya da biz hep o cümleleri işitmesini sağlayan ama olmayacak yerdeki insan oluyoruz. bir kaç defadır görüyorum bunu. sadece bu kadarla değil hatta, iki de kutpu var bunun. biri o koltukta oturan güçsüz insan, biri de o koltukta oturmayan güçsüz insan. birinci kişinin neden öyle olduğunu anlamak kolay ama ikinci kişi neden hala güçsüz, ya da güç denen şey neden o kadar geniş? sanırım hayat çok karmaşık.
güzel sözleri bir başkasından duyma isteği mesela. bazen iyi güzel de, bazen ne kadar kendimizi kandırsak da hayatımızda birisi olsun istiyoruz. belki de bir kaç kişi. bu ikinci seçenek kişinin ya hiç umursamadan yaşadığını ya da umursanma isteğinin o dip yalnızlığında yaşadığını gösterebilir, direkt akla uçkur gelmesin. neyse, insan bazen kendi kendine yetmiyor, işin özü bu.
ya da korku. karanlıktan korkanlar gibi yalnız kalmaktan korkanlarımız da var. bu da insanın hayatına başka öğeler katması demek. bazen taşınası güzel ama bazen de çok ağır yükler demek.
ya da aile. çoğumuz örneğin kuzenden dıdısının dıdısına kadarını biliriz ailemizde. ama batıya doğru gittikçe öyle değil. adam amcasını tanımıyor. aile adına çekirdekten fazlası yok. boşluğa bak.
yine de hiç bir boşluk insanı dolduramıyor. önce için sonra gözlerin dolar da ağlar rahatlarsın ya, hayat öyle değil işte. doldukça boşlaşıyor. rahatlatmıyor da. çok enteresan. ustalık istiyor bir de.
n'apsak bilemedim.
oturdum yine tekli koltuğa.
boşluğu düşünüyorum.
"ta içimde
bak ne buldum
bir damla kan
kırmızı sek
al başımı yere eğdim
sonsuz günah benden yüksek"
replikas
Şubat 13, 2011
arada olur öyle #15
nası bi ülkede yaşıyoruz ya, bazen acıyla karışık gülüyorum, onlardan birisi (:
"Gaziantep'te bir kişi barışma teklifini kabul etmeyen 6 yıllık eşine otomobille çarparak kaçtı. Alınan bilgiye göre, Beydilli Mahallesi 8 Numaralı Sokak'ta, eşiyle geçimsizlik yaşayan 2 çocuk annesi Filiz B. (24), bir süre önce babasının evine yerleşti.
Söz konusu eve gelen Bekir B.(26), dışarı çağırdığı 6 yıllık eşini geri dönmesi konusunda ikna etmeye çalıştı.
Eşinin barışma teklifini kabul etmeyip eve dönmemesi üzerine Bekir B. iddiaya göre, otomobilini Filiz B'nin üzerine sürdü. Otomobil ile duvar arasına sıkışan Filiz B. bacağından yaralandı. Bekir B, otomobille olay yerinden kaçtı.
Yakınları tarafından çağrılan 112 Acil Servise ait ambulansla Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesine götürülen ve sağ bacağından yaralanan Filiz B, ameliyatın ardından ortopedi servisinde tedaviye alındı. Filiz B'nin sağlık durumunun iyi olduğu öğrenildi.
Olayla ilgili soruşturma başlatan polis, Bekir B'yi yakalamak için çalışmalarını sürdürüyor." *
*haberler.com'dan alıntıdır.
"Gaziantep'te bir kişi barışma teklifini kabul etmeyen 6 yıllık eşine otomobille çarparak kaçtı. Alınan bilgiye göre, Beydilli Mahallesi 8 Numaralı Sokak'ta, eşiyle geçimsizlik yaşayan 2 çocuk annesi Filiz B. (24), bir süre önce babasının evine yerleşti.
Söz konusu eve gelen Bekir B.(26), dışarı çağırdığı 6 yıllık eşini geri dönmesi konusunda ikna etmeye çalıştı.
Eşinin barışma teklifini kabul etmeyip eve dönmemesi üzerine Bekir B. iddiaya göre, otomobilini Filiz B'nin üzerine sürdü. Otomobil ile duvar arasına sıkışan Filiz B. bacağından yaralandı. Bekir B, otomobille olay yerinden kaçtı.
Yakınları tarafından çağrılan 112 Acil Servise ait ambulansla Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesine götürülen ve sağ bacağından yaralanan Filiz B, ameliyatın ardından ortopedi servisinde tedaviye alındı. Filiz B'nin sağlık durumunun iyi olduğu öğrenildi.
Olayla ilgili soruşturma başlatan polis, Bekir B'yi yakalamak için çalışmalarını sürdürüyor." *
*haberler.com'dan alıntıdır.
Şubat 11, 2011
benim aklım köşeli #2
şöyle güzel sakin bir muhitte ufak bir mekan açacağım; içeride bir masa iki sandalye, köşede fokurdayan bir çaydanlık, hafif bir müzik. yeter.
bazı mekanlar olur ya vitrininde 'üst kat aile salonudur'un hemen altında 'bilmemne bizim işimiz' diye yazar, benim camımda şu yazacak; 'sabır bizim işimiz.'
bazı mekanlar olur ya vitrininde 'üst kat aile salonudur'un hemen altında 'bilmemne bizim işimiz' diye yazar, benim camımda şu yazacak; 'sabır bizim işimiz.'
yol çizgileri #4
bilenler bilir, 169 diye bi otobüs hattı var izmirde. yıllardır bişekilde itiş kakış bindiğim yada o kadar olmasa da hep kalabalık olarak aklımda kalacak olan o koca körüklü otobüs alakasız bi durakta önümde durdu, bindim; bomboş. kentkartın sesi yankılandı resmen otobüsün içinde. lan dedim noluyo, kamera şakası falan mı? baktım hakkaten boş, kimse yok ama. bi şöför bi ben (: daha önce çok bindim boş otobüse ama bu defaki ' nereye otursam ? ' kaygısının o değişik tadı ve yüzümdeki anlamsız sırıtma apayrıydı (:
bunu da yaşadık diye yazdım aklımın bi köşesine hemen.
bunu da yaşadık diye yazdım aklımın bi köşesine hemen.
Şubat 10, 2011
yol çizgileri #3
şu ana kadar gördüğüm en uzun yol; beynim. nasıl oluyor bilmiyorum ama git git git bitmiyor. yok arkadaş. kaldı ki yaş daha çeyrek asır. çeyrek de olsa asrı duyunca garip oluyor insan bu arada, neyse. bu süre içerisinde neler yaşamışım ben? diye düşünüyorum bazen. peh.. isim şehir ülke hayvan.. diye devam edesim geldi (:
terapik dialoglar #20
-hayallerimiz odun ateşinde pişmektedir. buyrun.
-yani?
-sobalı ev iyidir. sallasana iki tane daha. uf.
-yani?
-sobalı ev iyidir. sallasana iki tane daha. uf.
Şubat 09, 2011
yol çizgileri #2
gaziantepten adıyamana gidiyoruz vaktin birinde. dolmuşun en arkasındayız. önümüzdeki üçlüde en solda bi adam, ortada bi kadın, kucağında bi çocuk, ufak daha, ikitane de ilkokul çağında fırlama, tam piç ama bi rahat durmadılar onca yolda. neyse. neredeyse hayatımın en kötü yolculuğu sayılabilecek bu yol boyunca ufaklık bi poşete kusarken annesi kafasına tepeden tepeden indiriyo tokatları. yol karanlıklaşıyo, iki şerit eski bi yol. kafa dolu. antepten ayrılmanın kötü hissi. biraz sonra kendini yeni bi şehrin ortasında bulmanın getireceği gariplik hissi. baş ağrısı. diğer yandan muhtemelen somurtmuş bi sevgili. sallanan bi dolmuş. sallanan insanlar. ilişkiler.
ve yol çizgileri_ _ _ _
ve yol çizgileri_ _ _ _
benim aklım köşeli #1
bir sussam ortalık dağılacak gibi. herkes. anlamıyorum.
herkesin kendi köşesinde kalası ya da oraya dönesi var. insanın yaptıklarının geç de olsa farkında olması güzel bir şey. saklandığım yerden çıkayım diyorum, şöyle gerdireyim bir kanatlarımı iki yana. saklanırken resmen yediğim beni, gerçi şu an bunları kendisi yenen ben olarak düşünüyorum yiyen olarak değil, o özlediğim kendimi uçup bulayım istiyorum. çok da zor değil ya n'olur herkes bir an için hep olmak istediği kendisi olsun diyorum. tam kafamı dışarı çıkarıyorum; ohoo.. kimse yok.
hakikaten n'oluyo? dünya aslında gerçekten bu kadar garip mi? yoksa çok mu basit? bir türlü cevabı gelmiyor bu sorunun. bulamıyorum.
herkesin kendi köşesinde kalası ya da oraya dönesi var. insanın yaptıklarının geç de olsa farkında olması güzel bir şey. saklandığım yerden çıkayım diyorum, şöyle gerdireyim bir kanatlarımı iki yana. saklanırken resmen yediğim beni, gerçi şu an bunları kendisi yenen ben olarak düşünüyorum yiyen olarak değil, o özlediğim kendimi uçup bulayım istiyorum. çok da zor değil ya n'olur herkes bir an için hep olmak istediği kendisi olsun diyorum. tam kafamı dışarı çıkarıyorum; ohoo.. kimse yok.
hakikaten n'oluyo? dünya aslında gerçekten bu kadar garip mi? yoksa çok mu basit? bir türlü cevabı gelmiyor bu sorunun. bulamıyorum.
Şubat 06, 2011
arada olur öyle #14
mekan üçkuyular otobüs aktarma merkezi. yere gel.
hava soğuk, üşümüşüz, sıkılmışız da. dedim bi konu açayım bari otobüs gelene kadar oyalanalım.
-neden bilmiyorum ama ben altı sayısını çok seviyorum. şanslı rakamım. yani daha dün konuştuk batıl inançlardan tamam ama bu batıl değil. bi sevgi altıya karşı. öyle düşün.
-olabilir. aslına bakarsan ne söylemek istediğini anlıyorum.(tık o anda durağa altı numaralı otobüs yanaşır.) çünkü benim de ona yakın bi düşüncem var. bende yediyi seviyorum mesela. güzel lan yedi. ne biliim.
-hıım. iyimiş. ama ben altıyı seviyorum.
diyorum, kafamı çeviriyorum ve anında pişman oluyorum. karşıdan gelen yedi mi lan noluyo. dönüp bakıyorum. onlar da sadece bakıyolar. neyse yedi numara da yanaştı durağa. dur dedim şansımı zorlayayım.
-senin ne peki şanslı numaran?
-ya aslında ben bi tane sayıyı sevmiyorum. yani birden fazla sayıya karşı hissediyorum onu ben.
-mesela?
-meselaa, onbir olabilir, üç olabilir.
-hımm .diyorum ve bi saniyede izmirde onbir ve üç nolu hat varmı, varsa da bulunduğum yerden geçip geçmediğini düşünüyorum. yok tamam diyorum kendi kendime ve bunu paylaşıyorum.
-hımm.ama ben hiç görmedim onbir yada üç diye hat. belki vardır saklıyolardır, tutuyolardır bi kenarda olabilecek güzergah için.
dememle birlikte durağa doğru hızla bi otobüsün yanaşması bir oldu.
gelen otobüs üçyüzonbir. evet, inciraltı konak.
şok...
diyecek bişey yok.şansımı zorlamicaktım.
but ı did it.
thomas
hava soğuk, üşümüşüz, sıkılmışız da. dedim bi konu açayım bari otobüs gelene kadar oyalanalım.
-neden bilmiyorum ama ben altı sayısını çok seviyorum. şanslı rakamım. yani daha dün konuştuk batıl inançlardan tamam ama bu batıl değil. bi sevgi altıya karşı. öyle düşün.
-olabilir. aslına bakarsan ne söylemek istediğini anlıyorum.(tık o anda durağa altı numaralı otobüs yanaşır.) çünkü benim de ona yakın bi düşüncem var. bende yediyi seviyorum mesela. güzel lan yedi. ne biliim.
-hıım. iyimiş. ama ben altıyı seviyorum.
diyorum, kafamı çeviriyorum ve anında pişman oluyorum. karşıdan gelen yedi mi lan noluyo. dönüp bakıyorum. onlar da sadece bakıyolar. neyse yedi numara da yanaştı durağa. dur dedim şansımı zorlayayım.
-senin ne peki şanslı numaran?
-ya aslında ben bi tane sayıyı sevmiyorum. yani birden fazla sayıya karşı hissediyorum onu ben.
-mesela?
-meselaa, onbir olabilir, üç olabilir.
-hımm .diyorum ve bi saniyede izmirde onbir ve üç nolu hat varmı, varsa da bulunduğum yerden geçip geçmediğini düşünüyorum. yok tamam diyorum kendi kendime ve bunu paylaşıyorum.
-hımm.ama ben hiç görmedim onbir yada üç diye hat. belki vardır saklıyolardır, tutuyolardır bi kenarda olabilecek güzergah için.
dememle birlikte durağa doğru hızla bi otobüsün yanaşması bir oldu.
gelen otobüs üçyüzonbir. evet, inciraltı konak.
şok...
diyecek bişey yok.şansımı zorlamicaktım.
but ı did it.
thomas
Şubat 02, 2011
yol çizgileri #1
irlanda.
niyeyse çok görmek istiyorum orayı. belki yaparım da ama işte şu an şu halimle göreyim istiyorum. sonra istersem yine giderim.
dört tane şey sayabilirim neden olarak.
birincisi setter'ler. baksana abisi/ablası tatlılığa. bide ben de böyle saç sakal dağınık geziyorum bazen (: benziyoruz sanırım.
diğeri de bizim karadenize olan hayranlığım ve oraların yeşilinin de bizimkine benzemesi. coğrafik diyelim.
diğer bir neden içkiye olan saygım (:
abartmıycan ama içicen arkadaş. cennette gerçekten şarap olduğu ne malum? di mi ama? alkol gerektiğinde iyidir, çikolatayı bakkaldan ufacık veletler bile alabildiğine göre viskin varsa sorun yok (:
son neden ise ira. peh. yakın dönem savaşçıları. o bozulmadan önceki sistematiklerini çok merak ediyorum. kolay mı arkadaş bi zamanların hiç güneş batmayan ülkesiyle savaşıyosun. güç adamlarda. neyse. her güzel şey gibi ira'da önce içeriden sonra dışarıdan dayanamadı eridi.
niyeyse çok görmek istiyorum orayı. belki yaparım da ama işte şu an şu halimle göreyim istiyorum. sonra istersem yine giderim.
dört tane şey sayabilirim neden olarak.
birincisi setter'ler. baksana abisi/ablası tatlılığa. bide ben de böyle saç sakal dağınık geziyorum bazen (: benziyoruz sanırım.
diğeri de bizim karadenize olan hayranlığım ve oraların yeşilinin de bizimkine benzemesi. coğrafik diyelim.
diğer bir neden içkiye olan saygım (:
abartmıycan ama içicen arkadaş. cennette gerçekten şarap olduğu ne malum? di mi ama? alkol gerektiğinde iyidir, çikolatayı bakkaldan ufacık veletler bile alabildiğine göre viskin varsa sorun yok (:
son neden ise ira. peh. yakın dönem savaşçıları. o bozulmadan önceki sistematiklerini çok merak ediyorum. kolay mı arkadaş bi zamanların hiç güneş batmayan ülkesiyle savaşıyosun. güç adamlarda. neyse. her güzel şey gibi ira'da önce içeriden sonra dışarıdan dayanamadı eridi.
Şubat 01, 2011
her yerde bir kırmızı var. #8
soluk kırmızı bir hırka altında sen.
hep bi kaygı var, stres var, kaygı var, stres var...
gün içinde gerçek anlamda durup napıyorum lan ben dediğim çok az zaman var. sonra yine aynı kaygı. gizli ama. hissettirmiyo da.
kafama takılanlara git diyorum, tamam doğru olan buysa olmalı. sonra uyuyorum tabi kurallara. kaldı ki kuralı bozacak gücüm yok. sonra içten içe bi düşünce. ya nolurdu böyle bi dünyada yaşamasaydık da koklayabilseydik birbirimizi diye. her gidenin ardından merak adına bu kalıyo. böyle olacakmış yapıcak bi şey yok diyip susmakla biniyo insanın omuzlarına yük işte öyle hissettirmeden. ama olsun eğer herkes bi şekilde böyle mutlu olabiliyosa bu da bişey. hem bunlar güzel hisler. yaşanası hisler.
herkes biraz cesrat etse, istediği kişi olabilse neler olcak aslında dünyada da işte bakma.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)